Kolej Havası: Beşiktaş'ın 'özkaynağa' yöneldiği dönemin belgeseli

Bu hafta vizyona yeni giren filmlerden Kolej Havası’nın adı yanıltıcı biçimde sıradan bir gençlik güldürüsü izlenimi yaratıyor olabilir ama aslında söz konusu olan Beşiktaş futbol takımının tarihinin bir dönemini mercek altına alan uzun metraj bir belgesel. Filmin adı ise, o dönemki Beşiktaş futbolcularının eğitim ve kültür seviyesinin yüksek oluşuna gönderme içeren ve o dönem revaçta olduğu anlaşılan bir ibareden geliyor.

Daha önce Blue (2017) adlı müzik belgeseliyle takdir toplamış olan Sertan Ünver’in yönettiği Kolej Havası, Beşiktaş’ın futbol altyapısının başına Serpil Hamdi Tüzün’ün gelip “özkaynak” yaratmaya yöneldiği, birkaç yıl sonra Süleyman Seba’nın başkanlığa seçilmesiyle Seba’nın da damgasını vurduğu ve 1980’ler boyunca, 1990’ların ilk çeyreğine dek süren dönemi inceliyor. Belgeselde takım kaptanı “Atom Karınca” Rıza Çalımbay, “Metin-Ali-Feyyaz”  üçlüsünden Metin Tekin ve Feyyaz Uçar gibi dönemin efsanevi futbolcularının yanı sıra, Zafer Algöz ve Feridun Düzağaç gibi  Beşiktaş taraftarı sanatçılarla da söyleşiler yer alıyor.

Futbol takımının kendisine, futbolcuların birbirleriyle ve teknik ekiple, kulüp yönetimiyle ilişkilerine odaklanan Kolej Havası’nda, takım-taraftar ve Beşiktaş’ı bugün dahi diğer büyük İstanbul takımlarından ayırt eden temel özelliklerinden biri olan takım-semt ilişkisi ise, tamamen kadraj dışı tutulmamış ama odağa da alınmamış. Ancak bunu bir defo olarak nitelemek kanımca adil olmaz; çünkü, belgeseli yapanların amacı Beşiktaş’ın nispeten, ana hatlarıyla da olsa kamuoyu nezdinde zaten malum olan güncel özelliklerini perdeye taşımak değil, adeta bir dizi sözlü tarih çalışması yaparak Beşiktaş tarihinin belirli bir dönemine ışık tutmak ve o dönemi bilenlere anımsatmak, bilmeyenlerin de bilmelerini sağlamak. 

Kolej Havası’nın bu döneme dair kanımca en önemli vurgusu, yurtdışından ya da başka takımlardan şöhretli oyuncuları transfer etmek yerine genç yetenekleri keşfedip onları yetiştirmek, üstelik yalnızca futbola dair teknik becerilerini geliştirmek anlamında değil belirli değerleri sahiplenmelerini sağlamak anlamında ‘yetiştirmek’ üzerine kurulu bir yönelimin belirli bir dönem boyunca başarıyla uygulanmış olması. Kolej Havası’nı izlerken bu açıdan çok daha makro ölçekte çağrışımlar yapması, adeta Cumhuriyet Türkiye’sinin kalkınma, gelişme, ilerleme hedeflerine artık çoktan terkedilmiş ve uzak bir mazide kalmış, bugünkünden farklı bir perspektifle ulaşma yönelimini anımsatması kaçınılmaz.

İşte tam da bu noktada Kolej Havası’nın hem değeri, hem de noksanlığı ortaya çıkıyor. Belgesel, “bir zamanlar bu işler çok farklıydı” bilgisini verirken bugünkünden bir başka türlüsünün olanaklı olduğunu özlemle duyumsatıyor ama öte yandan o farklı deneyimin neden, nasıl sona erdiğini ise tam doyurucu ve yeterince net biçimde açımla(ya)mıyor. 
Yine de Kolej Havası, yalnızca Beşiktaş taraftarlarının veya futbolseverlerin değil, bu topraklardaki geçmiş pratikler, deneyimler üzerine kafa yormaya gönüllü herkesin ilgisine değer bir belgesel. Üstelik belgesel sinemanın, “konuşan kafalar” (!) fobisi yüzünden geleneksel belgesel dilini hor görerek deneysel sinemaya gittikçe benzediği ve bu ‘sanatsallık’ (!?) hevesi uğruna meramını, varoluş sebebini muğlaklaştırdığı bir dönemde ilaç gibi gelen bir çalışma.