Yönetmen-senarist Kıvanç Sezer, toplumsal gerçekçi ekolde bir işçi sınıfı dramı olan ilk filmi Babamın Kanatları (2016) ile dikkatleri üzerine çekmişti. Yeni filmi Küçük Şeyler dün (cuma) vizyona giren Sezer, beğeni toplayan ilk filmlerinin ardından ikinci filmlerini çekmekte zorlanan yeni kuşak yönetmenler içinde ‘şeytanın bacağını kıranlar’ arasına girdi. Küçük Şeyler, son çeyreğinde yalın biçimde drama yönelmekle birlikte mizahi yönelimi ana gövdesinde ağır basan bir çalışma olarak Babamın Kanatları’ndan farklılaşsa da, yine iş yaşamı koşullarına eleştirel gözle bakan bir film. Sezer ilk filminde dar gelirli inşaat işçilerine dair bir öykü aktarmışken bu kez orta-üst gelir grubundan “beyaz yakalıları” odağına almış.
Bir ilaç firmasında pazarlama yetkilisi olarak çalışmakta olan Onur, şirketi “yeniden yapılandırmak” üzere yeni bir müdürün göreve getirilmesinin ardından işten çıkarılır. Onur, çok geçmeden yeni bir iş bulacağına inanarak bu durumu önemsemez görünse de, bir ana okulunda öğretmen olarak çalışan eşi Bahar’ın içi, satın alarak yeni taşınmış oldukları dairenin taksitlerini ödeme zorunluluğu ışığında aynı derecede rahat değildir. Zaman geçtikçe Onur’un daha alt seviyede iş önerilerini kabul etmeyerek işsiz kalmaya devam etmesi ve halen umursamaz görünmesi, karı-koca arasındaki ilişkilerin gittikçe gerilmesine neden olacaktır...
Küçük Şeyler’in seyre doyum olmayan bölümleri, Onur’un eski şirket içi çalışma ortamına, patronuna, iş “arkadaşlarına” (!) dair taşlama içeren sahneleri. Türkiye prömiyerini yaptığı Adana Film Festivali’ndeki ulusal yarışma filmlerine dair bu köşedeki toplu değerlendirmemde de kısaca belirtmiş olduğum gibi, eğlenceli bir seyir deneyimini toplumsal-eleştirel bir yönelimle başarıyla birleştirmesi açısından dikkate ve övgüye değer bir çalışma Küçük Şeyler.
Öte yandan filmin her iki başkarakterinin betimlenmesinde, daha doğrusu betimlendiği kadarıyla yansıtılmasında bazı sorunlar var. Özellikle Onur’un “sorumsuz” davranışlar sergileyen bir ‘tip’ oluşu ile esasında trajik bir ‘karakter’ oluşu arasındaki salınım tam bir dengeye oturamamış. Keza Bahar’ın aklı başındalığı ve giderek çaresizliği ile –Onur’un provokatif bir sorusuna karşılık olarak da olsa- “tek hayalinin” ev taksitlerini ödemek oluşunu beyan edişinin patetikliği arasında da içe sinmeyen bir şeyler var. Ayrıca karakter inşasına dair bu yapısal sorunların yanı sıra, Onur ve Bahar’ın çocuk sahibi olamamış oluşlarının ve bu konunun finalde ‘çözümlenişinin’ filme anlamlı bir katkısı olmadığını, anlatıda iğreti ve de sorunlu bir yer tuttuğunu düşünüyorum.
Ancak bu defoları, Küçük Şeyler’in günümüz Türkiye sineması içinde ayrıksı ve öne çıkmayı hak eden konumunu ortadan kaldıracak düzeyde değil; perdelerimizde kesinlikle yılın en seyre -ve tartışmaya- değer filmlerinden biri var.
Son olarak, Adana Film Festivali sırasındaki yazımda belirttiğim bir noktayı aynen yinelemek istiyorum: Küçük Şeyler’in yapımcıları arasında yakın dönem sinemamızın başarılı genç yönetmenlerinden Tolga Karaçelik’in yer alması, sinemamızın geleceği açısından örnek teşkil etmesi gereken bir işbirliği-dayanışma ilişkisi olarak anılmayı hak ediyor.
Korkunun Sesi
ABD’de korku filmleri festivalleri hariç çok sınırlı ölçekte gösterim olanağı bulduğu anlaşılan bağımsız Amerikan yapımı Korkunun Sesi (Echoes of Fear, 2018) ülkemizde ise orta-ölçekli bir dağıtımla sinemalarda vizyona girdi. Esasen bir ‘hayaletli ev’ öyküsü perdeye getiren Korkunun Sesi, ana gövdesinde olay akışını çok yavan biçimde sündürse de son çeyreğinde vitesi beklenmedik biçimde yükseltiyor ve bodrum/mahzen gibi dar bir mekanı, dişe dokunur mizansenler için ideal biçimde kullanıyor. Üstelik anlatısını, belki dikkatli ve öngörülü izleyiciler için biraz tahmin edilebilir bir açılımla ama tahmin edilemeyecek bir duygusal sertlikte bağlayarak izleyiciyi yine de ters köşeye yatırmayı başarıyor. Sonuçta Korkunun Sesi, düşük bütçeli korku filmleri meraklılarını çok yüksek olmayan beklentilerle izlenmek kaydıyla tatmin edebilecek bir çalışma.