Mahalle'de 'sıradan faşizm' teşhiri

Son yıllarda ilk uzun metrajlarını çeken genç yönetmenlerden ardı ardına dikkate değer filmler geldiğini, hatta en azından birkaç yıldır sinemamızın yüzakı örneklerinin ağrılıklı bölümünün bu kuşağın ürünlerinden oluştuğunu bu köşede daha önce de çeştili vesilelerle kaydetmiştim. Anımsayalım, 2016’nın açık ara en iyi yerli filmi, hatta kanımca son yılların en iyi yerli filmi Senem Tüzen’in genç bir kadının yaşamını kendi arzu ettiği gibi kurmasına set çekmeye dönük baskıları tüm boğuculuyla perdeye yansıttığı, bu arada muhafazakar baskılarda dinsel retoriğin işlevini de yansıttığı Ana Yurdu’ydu. Aynı yıl Kıvanç Sezer imzalı Babamın Kanatları da bir işçi sınıfı draması olarak sinemamızın son yıllarda Ken Loach sinemasına en fazla yaklaştığı film olarak dikkat çekmişti. Geçen yıl ise Ceylan Özçelik’in ülkemizdeki rejimin totaliterleşme sürecini, iktidarların geçmişten beri süreklilik arzeden suç sicilleriyle birlikte teşhir ettiği distopik gerilim Kaygı, içinde bulunduğumuz döneme dair en net politik film olarak sivrildi. Yine geçen yıl Fikret Reyhan’ın taşrada küçük toprak sahipliğinin, küçük üreticiliğin çözülüşünü yeni gerçekçi geleneğe uygun bir sinema diliyle aktadığı Sarı Sıcak’ı bir hayli takdir topladı.

Bu yıl da ilk uzun metrajlarını çeken genç yönetmenlerin en az üçünün filmlerinin sıradışı ve dikkate değer çalışmalar olduğunu peşinen ifade edebilirim. Bunlardan Kar ve Arada’ya vizyona girdiklerinde bu köşede geniş yer vermeyi planlıyorum. Geçen yıl Istanbul Film Festivali’nde izlediğimiz ve hakkettiği ölçüde ilgi görmediğini düşündüğüm Mahalle ise bu hafta vizyona girdi, üstelik orta ölçekte yaygın bir dağıtımla. Mahalle’nin senaryosu filmin aynı zamanda oyuncuları arasında yeralan Buğra Gülsoy, Serhat Teoman ve Emre Erkan’ın imzalarını taşıyor, yönetmenliği ise yine Gülsoy ve Teoman ortaklaşa üstlenmişler. Istanbul’un arka mahallelerinden birinde bir grup lümpen gencin mahalleye nispeten yeni taşınmış bir adamı öldürmek üzere kaçırmalarını konu alan Mahalle önce kendisi de lümpen bir suç-komedisi gibi başlıyor, filmin bu karakterler ile arasına mesafe koymayıp lümpen beğenilere hitap ederek tasarlanmış olduğu izlenimi yaratıyor. Ancak kaçırma olayının ardındaki muamma yavaş yavaş çözülmeye başlandıkça filmin rengi de yavaş yavaş değişiyor, senaryonun izleyici şartlanmalarını ters köşeye yatırmak üzere kasten öyle tasarlanmış olduğu seziliyor ve nihayet Mahalle gerçekten de keskin bir “sıradan faşizm” teşhiri ile noktalanıyor.

Fakat Mahalle’nin derdinin, meramının netleştiği, kıvamına geldiği son çeyreğinde aynı zamanda senaryo ve oyunculuk performansları açısında kimi tökezlemeler de yaşanıyor; filmin sonunu ele vermeden ifade edebileceğim kadarıyla adam kaçırma vakasına dair muammanın çözümü ne kadar iyi düşünülmüşse bu kaçırma olayının fiilen nasıl sonuçlanacağı konusunda ise o kadar kolaya kaçılmış.

PERVANE

Geçen ay !f Istanbul Bağımsız Filmler Festivali programında yeralan canlandırma filmi Pervane (The Breadwinner) de bu hafta vizyona girdi. Pervane, hem Taliban iktidarı altında kadınların konumunu perdeye yansıtması açısından, hem de filmin ana öyküsü içindeki “masal” sekanslarında kullanılan özgün canlandırma üslubu açısından muhakkak görülmesi gereken filmlerden.