Mutlak Kadınlar: ABD’den duyarsız, ben-merkezli insan portreleri

Bu yılki !f Istanbul Bağımsız Filmler Festivali, seçkisinde yeralan sıradışı canlandırma filmleri ve kalburüstü belgeseller bir yana, bitmesine iki gün kala (*) şu ana dek izleyebildiğim diğer filmler açısından şimdiye dek takip ettiiğim en zayıf programa sahip !f olarak görünüyor (**) – umarım önümüzdeki iki gün içerisinde bu izlenimim değişir. Ancak halihazırdaki bu genel izlenimin şimdiden önemli bir istisnası Amerikan bağımsız sinemasının önde gelen kadın yönetmenlerinden Kelly Reichardt’ın yeni filmi Mutlak Kadınlar (Certain Women, 2016).

Reichardt’ın bizde vizyona da girmiş olan bir önceki filmi Gece Planı’nı (Night Moves, 2013); karakterlerin ruh hallerini izleyiciye esaslı biçimde duyumsatmayı başaran dramatik yapısını ve artan gerilim duygusunu başarıyla yansıtan anlatımını çok takdir etmekle birlikte, istemeden bir ölüme sebep olan bir grup radikal ekolojist eylemci gencin öyküsünü perdeye getiren filmin derdine, meramına dair bende oluşan rahatsızlık nedeniyle sevmemiştim. Mutlak Kadınlar ise yine Gece Planı gibi çok usta işi bir anlatıma sahip olmanın ötesinde bu kez çok derinlikli bir anlatıya da sahip.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Mutlak Kadınlar oldukça ağır tempolu bir film ve anaakım sinema konvansiyonlarına bağımlı izleyicilere göre değil. Ancak Mutlak Kadınlar’ın ağır temposu, “ağır ol da molla desinler” tarzı özenti, yapay bir durağanlık içermiyor. Filmin merceğini odakladığı yaşamların gerçeğini yansıtan, işlevsel bir durağanlık sözkonusu ve ayrıca bu sayede meramını repliklerin, diyalogların içeriği üzerinden değil rutin pratiklerden ibaret mizansenlere nakşettiği ve bu mizansenlerden yansıyan duygulanımlar üzerinden izleyiciye –ama sabırlı izleyiciye- geçiren bir film özelliğini kazanıyor Mutlak Kadınlar.

Filmin orijinal İngilizce adının birebir Türkçe çevirisini yapmanın zorluğu yadsınamaz olmakla (anlamı “belirli bazı kadınlar” minvalinde denilebilir) birlikte “Mutlak Kadınlar” şeklindeki çevirisinin de yanlış, yanıltıcı ve anlamsız olduğunu not etmek gerekli çünkü filmi “Mutlak Kadınlar” isminin zihinde yaratacağı algıyla ve örneğin “hangi anlamda mutlak?” gibi sorularla anlamlandırmaya çaılşmak filmi alımlamayı güçleştirecektir. Ancak filmin resmi Türkçe ismi bu olduğuna göre bu yazıda da bu şekilde anmak durumundayım.

Mutlak Kadınlar, Maile Meloy adlı yazarın bir öykü kitabındaki öykülerden uyarlanmış ve her biri ayrı bir öykü içeren ama birbiriyle bağlantılı üç bölümden oluştuğu söylenebilir. Bu öyküler arasındaki bağlantı, her birindeki temel bir karakterin bir başka öyküde küçük bir yer tutmasından ibaret değil, farklı temel karakterler içeren öyküler arasındaki benzerlikten kaynaklanıyor: Her üç öykü de kendi dertlerine, kendi sorunlarına gömülmüş olmanın getirdiği ben-merkezlilik dolayısıyla karşılarındaki diğer kişilerin dertlerine duyarsız kadınlar içeriyor. Mutlak Kadınlar’ın yurtdışındaki eleştirilerinin tamamına yakınında, “güçlü kadın karakterleri” perdeye getirdiği ve benzeri minvaldeki yorumlara şahsen katılmıyorum, daha doğrusu bu yorumları eksik buluyorum. Mutlak Kadınlar, her üç öyküdeki temel kadın karakteri, onların çabalarını, uğraşlarını yücelten bir film değil, tersine onların içinde bulunduğu ben-merkezliliğe vurgu yapan bir film; filmin bu yönü özellikle son öyküde net biçimde kendini belli ediyor ama önceki diğer iki öyküyü de bu son öykünün ışığında tekrar düşündüğünüzde onların da ekseninin aslında bu olduğu anlaşılıyor.

Mutlak Kadınlar’ın “feminist” bir film olduğu şeklindeki yaygın yanılsama, ilk öyküdeki kadın avukatın “erkek olsaydım herkes sözüme daha kolay inanırdı ve hayat daha rahat olurdu” siteminden besleniyor. Oysa, yukarıda da kaydettiğim üzere, Mutlak Kadınlar karakterlerin ağzından çıkan repliklerin içeriği üzerinden derdini anlatan bir film değil. Baş karakter, kadın; onun yakasından düşmeyip “onun hayatını zorlaştıran” karakter erkek olunca siyasal doğruculuğun getirdiği algıda seçicilik üzerinden tek yönlü olarak kadınla empati kuruluyor adeta refleks olarak. Oysa öyküde sözkonusu olan, bir yanda son tahlilde hali vakti yerinde, iş güç sahibi bir kadın, öte yanda ise işvereninin ihmali sonucu kaza geçirmiş ama hakkı olan tazminatı alması hukuki bir formalite sebebiyle olanaksız olduğu için hayatı kaymış bir adam. Kadın avukatın bu zavallı müvekkiline hukuki olarak yardımcı olması besbelli gerçekten de mümkün değil ve adama terapistlik yapmak kadının görevi de değil kuşkusuz ama onun acısını içinde hissettiğine dair hiçbir emare de sergilemiyor, en önemlisi onun acısını paylaştığını adama hissettirmiyor çünkü açıkçası adamın acısını paylaşmıyor.

Hem bu ilk öyküde, hem de diğer iki öyküdeki temel kadın karakterler, Nuri Bilge Ceylan’ın başyapıtlarından Uzak’taki fotoğrafçı erkekten farksız tiplemeler aslında ve apaçık biçimde. Mutlak Kadınlar’ı, Uzak’ın konusu ABD’de geçen, baş karakteri erkek değil de kadın olan ve üç öyküde üç kadın üzerinden temsil edilen bir versiyonu olarak görebiliriz. Üçüncü öyküde kadın karakterin karşısındaki karakter bu kez erkek değil de bir başka kadın olunca Mutlak Kadınlar’ın Uzak ile olan yakın akrabalığı daha kolay anlaşılabilir bir hal alıyor çünkü bu kez refleks olarak kadınla empati kurma şeklindeki siyasi doğruculuğun getirdiği algıda seçiciliğin zemini ortadan kalkıyor.

Mutlak Kadınlar’ın Uzak’tan bir tık daha az içime sinen bir film olarak kalmasının sebebi ise Uzak’ta fotoğrafçının cebinde bulduğu, akrabasından kalmış Maltepe paketinden bir sigara çıkarıp içtiği o son sahnenin muadili bir kapanışa sahip olmaması.

 

(*) !f, Mart ayında ise Ankara ve İzmir’deki sinemaseverlerle buluşacak.

(**) Bu arada bu yıl !f’te yaşanan ve !f’ten beklenmeyecek bir gaf ise aslen 8 dakikalık Le fantome adlı kısa filmin aniden yarıda kesilen şekilde yalnızca yaklaşık 5 dakikasının gösterilmesiydi.