Nasipse Adayız: Yerel burjuva politik arenaya taşlama

Sinemamızda son yılların en başarılı oyuncularından Ercan Kesal’ın yazıp yönettiği ilk uzun metraj olan Nasipse Adayız salgın koşullarında yaygın sayılabilecek bir ölçekte, ülke çapında toplam 150 salonda dün (cuma) vizyona girdi. Adana Film Festivali’nde En İyi Film seçilen ve Kesal’a İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Nasipse Adayız’ın, henüz 2020’nin sonuna gelmemiş olsak da bu yıl vizyona giren yerli filmler içinde “yılın filmi” olarak anılmaya en yakın olanı olduğunu söyleyebiliriz.

Ercan Kesal tam anlamıyla “çok yönlü” bir sanatçı. Aslen hekim olan Kesal sinemaya ilk adımını çok küçük bir rolde göründüğü Nuri Bilge Ceylan filmi Uzak’ta (2002) atmıştı. Kesal daha sonra ise yine Ceylan’ın yönettiği Üç Maymun (2008) ve Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) filmlerinde bu kez yardımcı rollerde yer almakla kalmadı, bu iki filmin senaryolarının yazımlarına da ortak oldu. Kesal’ın Anadolu’daki hekimlik anılarından hareketle senaryolaştırıldığı kaydedilen Bir Zamanlar Anadolu’da’ki muhtar rolü oyuncunun sinema kariyerinde esas dikkat çektiği roldü; Kesal, başrolde yeraldığı filmler içindeki Yozgat Blues (2013) ile hem Adana, hem İstanbul Film Festivallerinde En İyi Oyuncu ödülünü kazandı. Bu arada öykü yazarlığına da başlayan Kesal, Ceylan filmlerinde başladığı senaristliğe ise Yozgat Blues’un yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun’un bir sonraki filmi Anons’un (2017) senaryosunu Coşkun’la ortaklaşa yazarak geri döndü (*).

Nasipse Adayız, Kesal’ın 2004’te CHP’den Beyoğlu Belediye Başkan Aday Adayı olduğu dönemki deneyimlerinden hareketle 2015’te yazdığı aynı adlı romanının uyarlaması. Beyoğlu’nda adı verilmeyen bir partiden belediye başkan aday adayı olan özel hastane sahibi bir doktorun kampanya çalışmaları içindeki bir gününü ve gecesini perdeye getiren Nasipse Adayız, bu yılki İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma filmleri hakkında o dönem bu köşedeki genel değerlendirme yazımda da kaydettiğim üzere, burjuva politik aygıtlardaki yerel politik arenayı bir hayli sahici görünen bir kara mizahla yansıtıyor; ana gövdesi itibarıyla ilk bakışta eğlenceli bir seyir sunan bu taşlamada giderek mizah dozu azalarak riyakarlıklar son çeyrekte daha sert biçimde resmediliyor.

Nasipse Adayız’da Kesal’ın bizzat canlandırdığı baş karakterin partisinin adı verilmese de film boyunca perdeye gelen pek çok done CHP’yi çağrıştırıyor. Zaten Kesal’ın anlatıyı kendi deneyimi üzerinden şekillendirmiş olması çok doğal ve filmin yukarıda andığım sahicilik hissi vermesinde kuşkusuz bunun payı var. Öte yandan, günümüz reel politik konjonktürü içinde düşündüğümüzde, muhafazakar/dindar politik kesim üzerine muadil ya da benzer bir eleştirel, kara mizahi anlatının ortaya konulmasını ise daha çok bekleyeceğiz herhalde.

SİNEMA SEKTÖRÜ İÇİN KARANLIK BİR KIŞ YAKLAŞIYOR

Ülkemizde sinemaların yaygın biçimde yeniden açıldığı ağustos başından bu yana seyirci sayıları geçen yılın aynı döneminin yaklaşık yüzde 5 ila yüzde 10 seviyeleri arasında seyrediyor. Bunda salgının devam ediyor oluşunun sinemaya gitmeyi caydırıcılığının yanı sıra gişe potansiyeli yüksek Hollywood yapımlarının vizyon tarihlerinin, ABD’deki en büyük yerel pazarları oluşturan New York ve Los Angeles’ta sinemaların halen kapalı olması dolayısıyla Amerikalı dağıtımcılar tarafından tüm dünyada yıl sonuna ya da gelecek yıla ertelenmiş olmasının da payı var. Öte yandan ABD bir yana, sinemaya gitme alışkanlığının genelde çok yüksek ve ayrıca kendi ulusal sinemasının nispeten güçlü olduğu Fransa başta ve Almanya ile İtalya dahil olmak üzere Avrupa’da doruğa çıkan “ikinci dalga” sonucu ilan edilen karantinalar kapsamında, bu ülkelerde sinemaların geçtiğimiz günlerde tekrar kapanması, mevcut koşullarda “ehveni şer” durumdaki ülke sinemalarına da çok büyük bir darbe vurdu. Küresel salgının süregitmesi dolayısıyla gişe potansiyeli yüksek film yokluğu çeken Amerikan sinemalarının çoğunun tekrar ve bu kez kendiliğinden kapanma tehlikesi bir yana, salgını ABD’ye oranla daha az zararla, külliyen çökmeden, yıkılmadan iyi-kötü atlatabileceği düşünülen başat Avrupa sinemaları da tekrar belirsiz bir geleceğe mahküm oldular (Bu bağlamda salgına karşı radikal biçimde frene basma politikası, kafayı kuma gömmekten farksız olan süreci sündürme politikasızlığından daha akılcı olsa da ve zorunlu üretim faaliyetleri dışında tüm yaşamı kapsayan bir karantinada sinemaların da kapanması anlaşılır olmakla birlikte seçici karantina uygulamalarına ilk elde sinemaların da dahil edilmesinin ne kadar zorunlu olduğu tartışılabilinir; maske takılan ve sessizce, konuşmadan oturulan sinema salonları, maske takılmayan, sohbet edilen barlar, kafeler, restoranlar, vb ile aynı risk grubunda olmasa gerek). Ancak Almanya ve Fransa’da hükümetlerin karantinadan etkilenecek kesimlere destek kapsamında fon ayırdığı da bir gerçek. Ülkemizde ise mevcut koşullarda sinemalar zaten yukarıda andığım üzere bin bir zorlukla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Tehlike altında olan hem geniş bir istihdam alanı, hem de kültürel yaşamın önemli bir unsuru. Salgınla yalana, dolana, kandırmacalara, savuşturmacalara başvurmadan bilimin gerekleri doğrultusunda mücadele etmek ve bu arada mağdurlara destek politikaları devreye sokmak her açıdan ve her gün daha da elzem hale geliyor.

(*) Anons hakkında bkz: https://ilerihaber.org/yazar/1963-askeri-darbe-girisimi-ve-anons-filmi-90832.html