Bu haftanın filmleri arasında en dikkate değer olanı, ironik biçimde aynı zamanda en az sayıda salonda gösterime gireni: 1975’te vahşi bir şekilde katledilen İtalyan yönetmen Pier Paola Pasolini’nin son günlerini perdeye getiren Pasolini (2014); dün (Cuma) ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden ülke çapında toplam altı salonda gösterime girebildi.
Dünya prömiyeri Venedik Film Festivali’nin yarışma bölümünde yapılmış ve Türkiye’de izleyici karşısına ilk olarak geçen yıl Filmekimi’nde çıkmış olan Pasolini, sıradışı Amerikalı yönetmen Abel Ferrara’nın imzasını taşıyan bir Fransa-İtalya-Belçika ortak yapımı. İngilizce çekilmiş olan filmde Pasolini’yi Amerikalı oyuncu Willem Dafoe canlandırıyor. Dafoe’nin çok yetenekli bir oyuncu olması bir yana sima olarak Pasolini’yi bir hayli andırması bu oyuncu seçiminin doğal artıları iken, ünlü bir İtalyan şahsiyet hakkındaki ve konusu tamamen İtalya’da geçen bir filmde oyuncuların İngilizce konuşuyor olmaları kaçınılmaz olarak en azından filmi izleme deneyiminin başlangıcında bir yabancılaşma etkisi yaratıyor.
Bu handikap bir yana, Pasolini’nin tatmin edici bulunup bulunmaması büyük ölçüde filmi izlemeye başlamadan önceki beklentilere bağlı. Filmde Pasolini’nin sanat anlayışını, dünya görüşünü ve sanat anlayışıyla dünya görüşü arasındaki ilişkiyi tam olarak kavramaya olanak sağlayacak bir temel mevcut değil. Çerçevesi Pasolini’nin son günlerini perdeye yansıtmakla sınırlı olan filmde bu unsurlar ancak böylesi bir çerçevenin el verdiği ölçüde, fragmante olarak, örneğin ünlü yönetmenin bir gazeteciyle yaptığı söyleşi üzerinden izleyiciye aktarılabiliyor. Öte yandan filmin senaryosunu da bizzat yazmış olan Ferrara, Pasolini’nin katline giden son günlerini kaydadeğer bir sahicilik hissiyatı yaratacak ölçüde yansıtmayı başarmış. Pasolini’nin hoş bir sürprizi ise ölmeden önce senaryosunu tamamladığı ama çekmeye fırsat bulamadığı bir filmden sekansların canlandırılmasını perdeye getirmesi.
Ferrara, Pasolini’nin katlinin ardındaki muhtemel güçlere dair çok net bir önermede bulunmuyor, yalnızca ünlü yönetmenin tek başına hareket eden genç bir erkek fahişe tarafından değil, onun da dahil olduğu bir süreçte ama esasen kimliği belirsiz bir grup tarafından öldürüldüğünü perdeye getiriyor. Cinayetin muhtemel siyasi bağlantıları ise yalnızca o dönemin siyasi arkaplanına ilişkin haberler üzerinden yine fragmante olarak filmde yeralıyor.
Nispeten açık biçimde kadrajlanmış seks sahneleri içeren Pasolini ülkemizde 18 yaş sınırlandırmasıyla denetimden geçebildi. ABD’nin en önemli eğitim kurumlarından olan New York Devlet Üniversitesi’nin sinema konservatuarında eğitim görmüş olan Ferrara, uzun metraj yönetmenliğe gençliğinde bir porno film çekerek başlamış, daha sonra düşük bütçeli ama kalburüstü, son derece sert şiddet filmleriyle dikkat çekmiş ve nihayet Harvey Keitel’ın ifade vermeyi reddeden bir tecavüz mağduresi etrafındaki vakayı araştıran bir polisi canlandırdığı Bad Lieutenant (Kötü Teğmen, 1992) ile adını geniş kesimlere duyurmuştu.