Kentsel dönüşümden Suriyeli göçmen işçilere dek kimi güncel konuları perdeye taşıyan yerli yapım Saf, Türkiye prömiyerini geçen hafta İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışması’nda yapmasının hemen ardından bu hafta ülke çapında 10 şehirde toplam 48 salon gibi sınırlı bir ölçekte de olsa vizyona girdi.
Ali Vatansever’in yazıp yönettiği Saf, İstanbul’un yoksul semtlerinden birinde yaşayan genç bir çiftin öyküsünü konu ediniyor. Dürüst olmaya ve kimsenin hakkını yememeye özen gösterme çabası içindeki Kamil, yörede kentsel dönüşüm faaliyetleri yürüten ve kendilerinin yaşamakta olduğu mahalleye de yakın bir vadede el atacağı düşünülen bir inşaat firmasında işçi olarak çalışmaya başlar, üstelik sakatlandığı için işten çıkarılan Suriyeli bir kaçak işçinin görevini devralarak. Kamil’in hamile eşi Remziye ise üst gelir grubundan bir kadının evinde temizliğe gitmekte ve ayrıca bu kadının çocuğunun bakıcılığını yapmakta olan Romanyalı bir hemcinsinin işini de devralmayı arzu etmektedir.
Saf, her şeyden önce ülkemizde ırkçılığın güncel tezahürlerinden birini yansıtması ve daha önemlisi bu ırkçılığın altında yatan ekonomik dinamikleri, daha doğrusu bu dinamiklerin ırkçı yönelimler doğurmasını teşhir etmesi açısından değerli bir çalışma. Ancak sinemasal anlatım ve zanaat açısından da hep beraber ele almaya yeltendiği toplumsal konuların hepsinin altından hakkıyla kalkabilmek açısından da dört dörtlük olmaktan bir hayli uzak.
Öncelikle, Kamil’in geçirdiği dönüşümün yeterince derinlikli biçimde yansıtılamadığını söylemek gerek. Evet, dürüst, adil, hak yemeyen bir varoluş isteğindeki Kamil’i, içinde bulunduğu ekonomik koşulların, tek bir sözcükle ifade edecek olursak yoksulluğun zorlamakta olduğunu görüyoruz ama bu sürecin onun ruh dünyasında nasıl yansımaları olduğunu hissedemiyor, duyumsayamıyor, Kamil’i ve başına gelenleri yalnızca dışarıdan bir gözle izliyor, onun duygularına nüfuz edemiyoruz. Filmin sonlarına doğru Remziye, Kamil’in burada açığa vurmayacağım bir girişiminden haberdar olduğunda buna inanmakta zorlanıyor ve “bu benim tanıdığım Kamil değil” minvalinde bir hayret ifadesi kullanıyor. Aynı hissiyat, Remziye’den farklı olarak, Kamil’in yaşadıklarına tanıklık etmiş olsak da biz izleyiciler için dahi bir nebze geçerli.
Bu arada, daha farklı ve daha tali bir handikap olarak, Remziye’yi canlandıran Saadet Işıl Aksoy’un beden dilinden, yüz ifadelerine, ses tonuna, mimiklerine kadar ne kadar yetkin bir oyunculuk performansı gerçekleştirirse gerçekleştirsin fizik ve sima olarak canlandırdığı karakter açısından sahici bir görünüm oluşturmaması görünüyor; bu noktada ya yanlış bir kasting ya da yetersiz bir makyaj, vb. çalışması söz konusu.
Öte yandan bir parantez açarak, ülkemizdeki göçmen Suriyeli nüfus varlığını, salt kaçak işçilik bağlamında ele almanın eksik ve dolayısıyla kısmen yanıltıcı bir yaklaşım olduğunu düşündüğümü naçizane eklemek isterim ancak Saf’tan bu konuda bütünsel bir panorama çizmesini beklemek, filmin konusuyla da derdiyle de örtüşmeyeceği için haksızlık olur.
Saf’ın esas tartışmaya açık yönü ise kentsel dönüşüme bakışına ilişkin. Filmin derdinin, kentsel dönüşümün kendisini sorunsallaştırmak değil, kentsel dönüşüm bağlamı dahil ekonomik sıkıntılar içindeki bireyleri ve onların bu koşullarda sergilediği pratikleri anlamaya çalışmak olduğu söylenebilir. Ancak bu şerhle birlikte dahi, film şayet zorlanan bireyleri yargılamamak gerektiğini vurgulamak niyetinde ise, neyin yargılanması gerektiğini imlemekten de imtina etmesi fazlaca kaçak güreşmek oluyor.