Henüz takvim yılı olarak 2020’nin sona ermesine haftalar var ama geçen hafta ilan edilen “kısıtlamalar” kapsamında sinemalar yıl sonuna dek tekrar kapatıldığından sinema açısından yıl şimdiden bitmiş oldu. Dolayısıyla yıl bitimlerinde bu köşede yaptığım genel değerlendirmeyi şimdiden yapmamak için bir neden yok. Böylesi bir değerlendirmeyi erkenden yapmanın önünde zamanlama açısından bir engel olmamakla birlikte, önemli bir kesitinde sinemaların kapalı olduğu bir yıl için her zamanki ölçekte bir değerlendirme yapmak da olanaklı değil doğal olarak. Yine de salgından önceki iki buçuk ay ve salgın esnasında iki kapanma arasındaki birkaç ay boyunca vizyona girebilen filmlerin öne çıkanlarını anımsayalım.
Yerli sinemanın ana akım ayağı, yıla gişe performansı açısından oldukça iyi bir başlangıç yapmış, Gupse Özay’ın başrolde olduğu Eltilerin Savaşı adlı güldürü 3.6 milyon izleyici çekmişti; neticede yılın en çok izlenen filmi de Eltilerin Savaşı oldu. Senaryosunu Özay’ın yazdığı ve Onur Bilgetay’ın yönettiği Eltilerin Savaşı, görgüsüzlük ve haset üzerine bir taşlama gibi başlayan ve özellikle Özay’ın başarılı oyunculuğu sayesinde gerçekten de bir hayli güldüren bir eğlencelik olmakla birlikte, anlatısını eleştirel biçimde bağlamaktan uzak kalan; hatta, başlarda taşladığı yaşam biçimine uyum sağlamayı normalize etme noktasına düşen bir ana akım filmdi. Salgının Türkiye’ye ulaşmasından önce gişede kayda değer varlık gösteren yerli yapımlardan en sıradışı olanı ise 1 milyon izleyiciye yaklaşan, varoş gençliği odaklı sert aksiyon filmi Sıfır Bir’di.
Yılın ilk çeyreğinde yerli sinemanın “sanat filmleri” mecrasında ise, yönetmen-senarist Cenk Ertürk’ün ilk uzun metrajı olan ve Ali Akay ile Haluk Bilginer’in başrolleri paylaştığı Nuh Tepesi bir hayli ilgi görmüştü. Mart başında vizyona giren Nuh Tepesi, salgın dolayısıyla sinemalar kapanmadan önce iki hafta kadar gösterimde kaldığında 50 binden fazla izleyiciye ulaşmıştı ki bu bile geçen yılın bağımsız yapımlarının gişede bulduğu karşılıktan (en fazla 35 bin seyirci) yüksek bir rakamdı.
Salgın günlerine gelecek olursak, sinemaların yaygın biçimde açıldığı ağustos başından tekrar kapandığı kasım ortasına dek olan ara dönemde sinemaların, aynı ayların geçen yılki düzeyinin takriben yüzde 5’i kadar izleyici çekebildiğini baştan kaydetmek gerek. Bu dönem vizyona çıkarılan yerli filmlerin önemli bir bölümü “cinli” korku filmleriydi. Öte yandan Adana Film Festivali’nde En İyi Film seçilen, Ercan Kesal’ın yazıp yönettiği ve başrolde oynadığı siyasal taşlama Nasipse Adayız da bu dönemde vizyona girdi. Nasipse Adayız’ın 5 bin izleyici çekmiş olmasını, bu dönem (Hollywood yapımı Tenet hariç) hiçbir filmin izleyici sayısının 50 bini geçmemiş olması ışığında değerlendirmek gerek.
Salgın döneminde vizyona giren bir diğer dikkate değer yerli film ise, distopya janrındaki Bina’ydı. Yılın ilk aylarında da bu janrda bir başka filmin, Peri: Ağzı Olmayan Kız’ın gösterime girmiş ve yine distopya janrındaki Aden’in ise rötarlı vizyonu salgın dolayısıyla ertelenmiş, bu arada bu yılki Antalya Film Festivali’nde aynı janrdaki Gölgeler İçinde’nin(*) dikkat çekmiş olmasının ışığında, yerli sinemaya ilişkin yapılabilecek kaydadeğer bir gözlem bağımsız sinemacılarımızda distopik anlatılara yönelme eğiliminin belirginleşmesi.
Kuşkusuz bu filmler, adeta bir distopya içinde yaşıyor olma hissiyatının salgın dolayısıyla pekiştiği güncel konjonktürden önce çekilmiş filmler. Salgının sinemamız üzerindeki ekonomik ve diğer maddi sonuçlarını, ayrıca sanatsal yaratıcılık açısından muhtemel yansımalarını ise önümüzdeki yıldan itibaren göreceğiz ve bu kuşkusuz salgının salt sinema özelinde değil makro ölçekte toplumsal düzeyde sonuçlarından bağımsız olmayacak. Salgının toplumsal sonuçlarının bir yanda iktidarın, diğer yanda toplumsal öznelerin salgın konusundaki tavırlarından bağımsız olmayacağı gibi.
(*) Gölgeler İçinde’nin yönetmeni Erdem tepegöz’le İleri TV’deki Ters Açı programımızda Tilbe Akan’la birlikte gerçekleştirdiğimiz söyleşi için bkz: