Sansür

Batı Avrupa’da 15-20 yıl öncesine dek on yıllar boyunca filmler üzerindeki sansürün en yoğun olduğu ülke Britanya’ydı. Özellikle 1980’lerde video mecrasında piyasaya sürülen şiddet dozu yüksek, çoğu düşük bütçeli korku filmleri Britanya’da toplumsal bir histerinin odağına yerleştirilerek sansürün başlıca hedefi olmuşlardı. Ülkemizde izleyici karşısına ilk kez geçen yaz İstanbul Film Festivali’nde çıktıktan sonra dün (cuma) Başka Sinema dağıtım ağı üzerinden sekiz şehirde toplam 20 salonda vizyona giren Britanya yapımı Sansür’ün (Censor) konusu işte bu dönemde geçiyor.

Britanya’da video piyasasında ana akım seyircilerin tahayyülerine ve tahammüllerine sığmayacak derecede sert korku filmlerinin dolaşımda olduğunun farkına varılmasına bu videolardan bazılarının dağıtımcılarının, matbu yayın organlarına verdikleri ilanlar ister istemez vesile olacaktı. 1982’nin mayıs ayında önce Abel Ferrara’nın ilk filmlerinden The Driller Killer’ın (1979) bir adamın kafasının matkapla delinmesini resmeden reklamı başta olmak üzere üç video kasedin reklamları şikayetlere konu olmuş, bu şikayetler basına da yansımış ve çok geçmeden dilimize “nahoş videolar” ya da “pislik videolar” olarak çevrilebilecek “video nasties” nitelemesiyle anılmaya başlanan bu tarz filmlerin videoları polis tarafından video dükkanlarından mahkeme kararı olmadan toplanmaya ve bazılarının dağıtımcıları, satıcıları hakkında dava açılmaya başlanmıştı. Ertesi yıl toplatılan, haklarında soruşturma açılan ve video dükkanlarına stoklarında bulundurmama uyarısı bağlamında listelenen filmlerin sayısı 72’yi bulacaktı. Nihayet sinema filmlerini sınıflandırmak ve gerek gördüklerinde makaslamak hatta yasaklamakla görevli kurumun yetkileri arasına video mecrasında piyasaya sürülecek filmleri de denetlemek dahil edilecekti.

Dünya prömiyerini bağımsız sinemanın kabesi sayılan Sundance Film Festivali’nde yapmış olan Sansür’ün başkahramanı Enid, video mecrasında piyasaya sürülebilme onayı almak için denetime sunulan filmleri değerlendirmekle görevli kurulda çalışan genç bir kadın. Filmin başlarındaki bir aile yemeğindeki sohbetten öğrendiğimiz üzere Enid, küçük yaşlarda kaybolan kız kardeşinin hayatta olduğundan umudu kesmemekte ve onun artık resmen ölü sayılmasına yanaşmamakta ısrar ediyor, anne-babasının aksi yöndeki tüm telkinlerine karşın. Film ilerledikçe kız kardeşinin kaybolmasında bir şekilde Enid’in de sorumluluğunun; örneğin, belki de kız kardeşine layıkıyla göz kulak olmamak gibi bir ihmalkarlığının payı olabileceğini hissetmeye başlıyoruz. Derken Enid bir gün bir korku filmi videosunda gördüğü bir kadın oyuncunun kız kardeşi olabileceği zannına kapılıyor...

Daha önce Nasty (2016) adlı ve konusu yine video nasties furyası yıllarında geçen bir kısa film de çekmiş olan Prano Bailey-Bond’in ilk uzun metraj yönetmenlik çalışması olan Sansür, psikolojik gerilim/psikolojik korku olarak başlayıp finale doğru kan-revan sularına da giren çok başarılı, dört dörtlük bir “geceyarısı sineması” çalışması. Video furyası yıllarını yaşamış ve o yıllarda video mecrasında izledikleri korku filmlerine nostalji duyan korku sineması severlerin bu nostaljisine de dolaylı yoldan hitap etmekle birlikte (hatta bir sahnede The Driller Killer’ın video kasedi görünüyor!) Sansür’ün esas derdi o furyaya, o filmlere saygı-selam göndermek değil. Çünkü konusunun nesnesi doğrudan o filmler değil, o filmlere yönelik toplumsal histeri/paranoya. Sansür, sansürün travmayla yüzleşemeyip fantaziye kaçmakla paralel bir süreç olduğuna işaret eden bir film. Hatta acı gerçeklerle yüzleşemeyerek hayal dünyasına kaçışın trajikliğini teşhir etmesi açısından en yakın akrabaları David Lynch’in İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürür (Twin Peaks: Fire Walk With Me, 1992); Kayıp Otoban (Lost Highway, 1997) ve Mullholland Çıkmazı (Mulholland Dr., 2001) filmleri.

Bailey-Bond, senaryosunu Anthony Fletcher ile ortaklaşa yazdığı Sansür’de Enid’in kız kardeşinin akibetine ilişkin takıntısı ve zanları ile toplumda yükselen şiddet ve suç dalgasında şiddet dozu yüksek korku filmlerinin rolü olduğunu savunan yeni sağ paranoya arasında koşutluk kuruyor; şiddet dozu yüksek korku filmlerine sansür uygulamanın ve bu yolla toplumdaki suç ve şiddet dalgasıyla baş edilebileceğini savunmanın ve/veya bunu sanmanın, toplumdaki şiddet ve suç vakalarının –örneğin işsizlik gibi- toplumsal sebepleriyle yüzleşmekten kaçınmanın kullanışlı bir yolu olduğuna işaret ediyor.

Sansür’deki yan karakterlerden birinin –filmin fragmanına da alınmış olan- “İnsan beyninin, gerçekle baş edemediği durumlarda neyi kurgulayıp kesip atabileceğine şaşarsın” repliği filmin meramını özetleyen kilit bir cümle. Sansür’deki sansür, yani sansürün dünyadaki tüm örneklerinde olmasa da en azından 1980’lerde Britanya’da olduğu gibi sansürün toplumsal hezeyanlardan beslenen, güç alan tezahürleri, travma yaşamış bireylerin travmatik gerçekle yüzleşemeyince başvurdukları psikotik (psikoz niteliğinde) savunma mekanizmalarının toplumsal ölçekteki muadili niteliğinde. Sansür’ün traji-komik anlamda muzip final mizansen(ler)i, sansür yöneliminin kofluğunu, nafileliğini ve aslında patetikliğini iğneliyici biçimde teşhir açısından antolojilere girmeyi hak ediyor.