Ülkemizin en köklü film festivalleri arasında yer alan Antalya ve Adana festivallerine ev sahipliği yapan kentlerdeki yerel yönetimlerin 31 Mart seçimlerinde muhalefete geçmesiyle birlikte yeni yerel yönetimlerden ve onların atadığı yeni festival yöneticilerinden Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) olarak beklentilerimize ilişkin bir açık çağrı yayınladık Perşembe günü (*). Çağrı metnimizin içeriğini burada yinelemeye gerek yok; öneçıkan unsurunun, festivallerin 2014 yılında Antalya Film Festivali’nde yaşanmış sansür vakasıyla yüzleşmeleri gereği olduğunu anımsatmak yeterli.
Antalya’daki yeni yönetimin, önceki yönetimin peyderpey kaldırdığı belgesel, kısa ve uzun metraj ulusal film yarışmalarını tekrar başlatacağını duyurmasının yarattığı olumlu hava içinde sansür karşısında duyarlı çevrelerde, 2014’te festival yönetimi tarafından yarışma dışı bırakılmış belgeselin ve onunla dayanışma adına festivalden çekilmiş diğer filmlerin bu yılki festivalde gösterilmesinin gerektiği düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştı. Bu son derece yerinde talebin kamuoyu önünde kurumsal olarak dile getirilmesi ve muhataplarına açıkça çağrıda bulunularak kamuoyu gündemine getirilmesi gerekiyordu. Ayrıca 2014’teki (**) sansür vakasının sorumlularından ve onların o günlerdeki agresif destekçilerinden bazı isimlerin, yeniden dizayn edilmekte olan festivallerde danışman kadrolarında istihdam edilmeye başlandığına dair yerel basında çıkan haberlerin yarattığı bir rahatsızlık da sözkonusu.
Peki nasıl oluyor da bugün 2014’teki sansür vakasıyla yüzleşilmesi gereğine işaret etmek durumunda kalıyoruz? Bunun sebebi, Antalya’da 2014’teki sansürle başlayan dört-beş yıllık süreci yalnızca bu sürecin, uzun metraj Ulusal Yarışma’nın dahi kaldırıldığı en son momentine indirgeme eğiliminin hala kimi çevrelerde, kişilerde, zihinlerde mevcut olmasıdır. İşin ironik bir yönü ise, herhangi bir olumsuzluğun miladını ancak o olumsuzluğun ucunun kendisine de dokunduğu momentten başlatıp öncesini, öncesindeki sorumlulukları yok sayan retoriklerin ve bu retoriklerle şekillenen algıların Türkiye’de tek örneğinin Antalya festivaline dair olmaması!
Oysa, tekrarlayalım, Antalya’da süreç 2014’te yaşanan sansürle başlamıştı; tabir yerindeyse, gerisi çorap söküğü gibi gelmişti.
Türkiye’de totaliterleşmeye dönük otoriterleşme sürecinin durdurulmasının, giderek tersine çevrilmesinin mücadelesinin verildiği, bu bağlamda kimi kazanımların elde edilmeye başlandığının söylenebileceği günümüzde bu kazanımların altının doldurulması, daha hakiki kazanımlara dönüşmesi önem taşıyor.
(*) https://ilerihaber.org/icerik/siyadtan-belediye-ve-festivallere-sansur-cagrisi-102069.html
(**) 2014’te yaşananlar ana hatlarıyla kamuoyunca bilinmekle ve zaten medya arşivlerinde yer almakla birlikte sorumluların tavrı hakkında daha net bir fikir vermesi için az bilinen, o yılki belgesel jüri başkanı Can Candan’ın dün tweeter’da “bellek tazelemek adına” dolaylı olarak anımsattığı bir detayı bu yazımda ben de bir dipnot olarak da olsa tekrar paylaşmak istiyorum. Gezi Direnişi hakkındaki Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek adlı belgeselin, festival komitesi (festivalin üç kişilik yönetimi) tarafından yarışma dışı bırakıldığının ortaya çıkmasının ardından söz konusu komite kamuoyuna yaptıkları yazılı resmi açıklamada bu uygulamalarını festival iç hukuku açısından meşrulaştırmak adına festival yönetmeliğinin kendilerine ön jüri toplantılarına katılma hakkı verdiğini kaydetmişti. Oysa yönetmeliğin ilgili maddesinde aslında bu katılım açıkça “oy hakkı bulunmaksızın” şeklinde ifade ediliyordu ama festival komitesi resmi kamuoyu açıklamalarında bu maddeye atıf yaparken “oy hakkı bulunmaksızın” ifadesini çıkarıp maddeyi eksik ve dolayısıyla yanlış yansıtmıştı... Yaşananların bütünü içinde bir detay ama yukarıda da dediğim gibi sorumluların sergiledikleri tavırlar hakkında net bir fikir veren bir detay diye düşünüyorum.