Ülkemizin en köklü film festivallerinden Antalya Film Festivali, önceki yönetim döneminde tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşamış olduğu için 31 Mart seçimlerinde el değiştiren iller arasında Antalya’nın da yer alması sinemaseverleri umutlandırmış, hatta sevindirmişti. Gerçekten de işbaşına geçen yeni belediye yönetimi, önceki süreçte kaldırılmış olan ulusal yarışmaların yeniden festival bünyesine alınacağını duyurdu ve bu vaadini yerine getirdi. Bu, kuşkusuz olumlu bir gelişme.
Öte yandan geçen cuma gecesi sona eren 56’ncı Antalya Altın Portakal Uluslararası Film Festivali’nde ne yazık ki bardağın boş tarafları da var. SİYAD’ın ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin kamuoyu önünde yaptıkları açık çağrılarda, ayrıca pek çok sinema kurumu temsilcilerinin festival yetkilileriyle gerçekleştirdikleri temaslarda dile getirdikleri “sansürle yüzleşme” talebi karşılıksız kaldı. Bu çağrıların en somut içeriği 2014 yılındaki festivalde yarışma dışı bırakılmış olan bir belgeselin ve onunla dayanışma göstererek yarışmadan çekilmiş diğer belgesellerin bu yılki festivalde gösterilmesi talebiydi.
Yeni yönetimin, çok farklı kişi ve kurumların dile getirdiği, sahiplendiği bu beklentiyi karşılıksız bırakmış olması, üzerinde durulması gereken bir nokta. Bu durum, yalnızca sinemamızın ahval ve şeraiti açısından değil, genel olarak ülkemizin demokratikleşme süreci ve demokratikleşme sürecinin geleceği bağlamında düşündürdükleri, geleceğe dair nasıl bir done oluşturduğu açısından da değerlendirilmeli. Geçmişte yapılmış bir haksızlığın, adaletsizliğin telafi edilmesine, mağduriyetin kaldırılmasına yanaşmamak yalnızca vicdanları kanatan bir tutum değil. Üstelik ana ulusal yarışmanın (uzun metraj film yarışmasının) gerçekleştirilmediği dönemde İstanbul’da alternatif olarak düzenlenmiş Ulusal Yarışma’da ödül kazanmış filmlere Altın Portakal ödülleri bu yıl geriye dönük olarak festival bünyesinde özel bir törenle verilerek o mecrada bir telafiye yanaşılırken belgesellerin sansürü bahsinde adım atılmaması çifte standart olarak da görülebilir. İşin özü şu ki, festivalin karar verici iradesi, AKP kadrolarının ve onların piyonlarının ‘yanlış hesaba dayalı hata’ muamelesi yapılan uygulamalarını (ulusal yarışmaların kaldırılması) ‘düzeltirken’, AKP zihniyetinin kemikleşmiş anti-demokratik ‘hassasiyetlerine’ ise ters düşmek istemiyor. Az yukarıda, Altın Portakal’ın sansürle yüzleşmemiş olması, ülkemizin demokratikleşme süreci ve demokratikleşme sürecinin geleceği bağlamında düşündürdükleri, geleceğe dair nasıl bir done oluşturduğu açısından da değerlendirilmeli derken kastettiğim buydu.
Öte yandan bu yılki Altın Portakal pek çok sinemaseverin ve sektörün tartışma gündeminde daha çok ulusal yarışmanın sonuçları bağlamında yer aldı. Zeki Demirkubuz başkanlığındaki ulusal yarışma jürisinin, ödüllerin daha önce eşi benzeri görülmemiş ölçüde büyük çoğunluğunu tek bir filme vermesini ilke olarak şahsen öncelikle tartışmam. Ancak jürinin kararında festival yönetmeliğine aykırı hususlar olması -yönetmeliğe göre paylaşılmaması gereken bir ödülün paylaştırılması ve aynı filme verilmemesi gereken bazı ödüllerin aynı filme verilmesi- kuşkusuz tartışılmalı ve nitekim daha da tartışılacak gibi görünüyor. Jüri kararının açıklanmasının üzerinden çok geçmeden Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği (SEYAP); jüri kararının bu iki noktada yönetmeliğe aykırı olduğuna işaret ederek festival yönetiminden açıklama talep etmişti. Bazı festival yetkilileri kimi medya organlarına yaptıkları ‘bilgilendirme’ üzerinden, yönetmeliğin bir başka maddesinin yönetime yönetmeliği değiştirme yetkisi verdiğine işaret ederek, jüri kararının bu maddeye istinaden gerçekleşmiş olduğunu ifade ettiler. Dün (Cuma) ise pek çok sinema kurumunun temsilcilerinden oluşan Film Festivalleri Denetleme Kurulu, önceden ilan edilmiş kuralların yarışma esnasında değiştirilmesini, “keyfi ve haksız bir uygulama” olarak niteleyerek “şiddetle kınadığını” açıkladı ve festival yönetimini jüri kararının bu unsurlarını “gözden geçirmeye ve düzeltmeye” davet etti.
Gerçekten de yarışma başlamış, bitmiş ve jüri toplanmışken, jürinin yönetmeliğe aykırı kararlarını yönetmeliğe uygun hale getirmek için yönetmeliği değiştirme yönelimini, yakın dönem seçimlerden birinde seçim bitmiş ve sayım yapılırken YSK’nin mühürsüz oyların da sayılması kararına benzetiyorum şahsen…
Demirkubuz başkanlığındaki jürinin kararları kadar Demirkubuz’un jüri başkanı olarak törende yaptığı konuşma da çok rahatsız edici. Demirkubuz bu kısa konuşmasının bir yerinde “Sinemanın devlet ve hükümet tarafından değişik yöntemlerle evcilleştirilip ehlileştirilmeye, muhalif olduğunu söyleyen bazı gruplar tarafından ucuz eleştirinin gündelik siyasetin nesnesi haline getirilmeye çalışıldığı, kısacası sanatın ve sinemanın tutanın elinde kaldığı şu günlerde” ifadesini kullandı. “Muhalif olduğunu söyleyen bazı gruplar tarafından ucuz eleştirinin gündelik siyasetin nesnesi haline getirilmeye çalışıldığı” ibaresinden neyin ve kimin kastedildiğini anlamak zor ama ne ve kim kastedilirse kastedilsin bunun devlet ve hükümetin sinemayı evcilleştirip ehlileştirme çabaları ile denk tutulması her halükarda izansızlık ve de depolitizasyona çanak tutmak.