İlkokul tarih kitaplarındaki anlatımlardan belleklerde yer eden kalıp cümlelerden biri “Almanlar yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık” ise bir diğeri de içerdiği tüm detaylara karşın nasıl oluyorsa ezberlenen “Avusturya-Macaristan veliahtının Saraybosna’da Sırp bir milliyetçi tarafından” öldürülmesinin şu bizim “yenilmiş sayıldığımız” savaşın, 1’nci Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olduğuydu. Sırplar kim bilmeden, Saraybosna nerede bilmeden, hatta yanılmıyorsam veliaht ne demek dahi bilmeden “Avusturya-Macaristan veliahtının Saraybosna’da Sırp bir milliyetçi tarafından” öldürülmesinin 1’nci Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep verdiğini bellemiştik...
Dün ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden sınırlı ölçekte vizyona giren Saraybosna’da Ölüm (Smrtu u Sarajevu) işte bu ilkokul yıllarından aşina olduğumuz tarihsel olayı, daha doğrusu onun yüzüncü yıldönümünü çıkış noktası alan Bosna-Hersek yapımı bir film. Daha önce ilk kez İstanbul Film Festivali kapsamında Türkiye’de izleyici karşısına çıkmış olan Saraybosna’da Ölüm, dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde ise ikincilik ödülü niteliğindeki Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmıştı. Saraybosna’da Ölüm’ün yönetmeni Danis Tanovic, Türkiyeli sinemaseverler nezdinde nispeten tanınan bir isim. Bosna-Hersek iç savaşına ve özellikle bu iç savaşta Birleşmiş Milletler barış gücünün rolüne dair bir taşlama niteliğindeki Tarafsız Bölge (Nicija zemlja, 2001) ile adını duyuran Tanovic’in Bir Hurdacının Hayatı (Epizoda u Zivotu Beraca Zeljeza, 2013) adlı filmi de ülkemizde vizyona girmişti. Yaklaşık üç yıl evvel günlük Sol gazetesinde bu film için şöyle yazmıştım: “Bir Hurdacının Hayatı, Bosna-Hersek’te kapitalist restorasyonun insan yaşamını hiçe sayan ve herşeyi paraya endeksleyen yüzünü dolaylı olarak teşhir ediyor denilebilir. Fakat film bu tespiti yalnızca böyle bir çıkarımı ancak kendi muhakemesi ile yapabilecek olan izleyiciye bırakıyor, geçmişteki sosyalist döneme ilişkin herhangi bir gönderme içermiyor.” Saraybosna’da Ölüm’de de Yugoslava’nın sosyalist geçmişine dair pek bir gönderme yok ama bu kez film pek çok başka alanlardaki neredeyse sayısız göndermelerden geçilmiyor, hatta öyle ki filmin derdinin, tavrının ne olduğunu net olarak algılamak pek mümkün değil. Ancak filmden şu çıkarım yapılabilir: Bosna-Hersek’te sıradan insanlar çaresizlik içindeler.
Saraybosna’da Ölüm, Musevi asıllı Fransız filozof Bernard-Henri Lévy’nin Hotel Europe adlı oyunundan uyarlanmış. Dünya sosyalist sisteminin henüz varolduğu dönemlerde anti-Komünist tavırlarıyla öne çıkan Lévy sonraki dönemde ise Batı’nın Bosna-Hersek dahil dünyanın çeşitli yörelerindeki sorunlu bölgelere müdahalesinin ateşli savunuculuğuyla tanınıyor. Lévy’nin Suriye’de Esad rejimine karşı askeri müdaheleyi savunması gibi pozisyon alışları aslında nerede durduğunu çok net ortaya koyuyor. Böylesi bir zihniyet sahibinin kaleminden çıkan bir eserin uyarlaması olan bir filmi sağlıklı olarak değerlendirebilmenin zorluklarından biri, saptayabildiğim kadarıyla Türkçe veya İngilizceye çevrilmemiş olan kaynak oyunu okuma şansımız olmadığı için filmin ne kadar serbest bir uyarlama olduğunu kestirememek.
Tanovic’in bu yeni filmi, Avusturya-Macaristan veliahtına yönelik tarihi suikastın yüzüncü yıldönümünde Saraybosna’da Avrupa Birliği tarafında düzenlenen bir etkinliğe katılan konuklara verilecek bir yemeğin düzenleceği bir otelde gerçekleşiyor. Bir yandan otelin terasında bir televizyon kanalı yüz yıl önceki suikaste dair çeşitli kişilerle röportajlar gerçekleştiriyor. Diğer yandan mali güçlük içindeki otelde iki aydır maaş alamayan çalışanlar tam medyatik yemek esnasında greve çıkmaya hazırlanıyorlar. Otelin müdürü ise bu grevi önlemek için otelin bodrumundaki kumarhane ve batakhaneyi işlettiği anlaşılan mafyatik bir tipin “yardımına” (!) başvuruyor. Sözkonusu otel günümüzdeki Bosna-Hersek’in bir metaforu ise filmin bir ekseni bu ülke halkının ekonomik kriz ile mafya-devlet arasında sıkışmış olduğuna dair bir taşlama olsa gerek. Öte yandan terastaki röportajlar üzerinden Bosna-Hersek’in uzak ve yakın tarihi ile uzak ve yakın tarihi arasınaki ilişkilere dair farklı bakış açıları da izleyiciye aktarılıyor ki bu minvalin ekseni ise etnik sorunlar ve dış, yabancı güçlerin konumu. Bu iki eksenin kesiştiği finali ise, ekonomik sorunların, sınıf mücadelesinin bir türlü sahneye çıkamamasının alegorisi olarak görmek mümkün çünkü neticede grev girişiminin kuvveden fiile çıkmasının önündeki engel mafyatik kaba güç olarak değil, yüz yıl evvelki suikastçiyle aynı adı taşıyan ve onu idealize eden genç bir Sırbın röportaj için davet edilmiş olduğu oteldeki mevcudiyetinin sonucu olarak gerçekleşiyor. Ancak Saraybosna’da Ölüm her ne kadar finalde grevci kadın ve onun kızı üzerinde odaklansa da film boyunca izleyiciye neredeyse herkesle empati kurdurma çabası içinde bir netleşme sağlayamıyor, hatta muhtemelen kasten böylesi bir yönelimden uzak duruyor.