Öncü Sovyet sinemacı ve sinema kuramcısı Sergey Eisenstein, Walt Disney’in ilk uzun metrajlı çizgi filmi Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i sinema sanatının anlatım olanaklarını genişlettiği için son derece önemsediğini beyan etmekten çekinmemiş, ilerleyen yıllarda da Disney filmleri hakkında derinlemesine incelemeler yazmıştı. Ancak canlandırma (animasyon) sineması, genellikle ‘çocuklara yönelik’ bir sinema olarak algılanarak film eleştirmenlerinin bir bölümü de dahil olmak üzere sinema müdavimlerinin geniş bir kesimi tarafından pek ciddiye alınmıyor, ilgiye değer görülmüyor. Bırakın vizyona girenlerini, festivallerde gösterilen canlandırma filmleri dahi –şayet çok avangard ve dolayısıyla çocuklara hitap etmediği ’garantili’ örnekler değilse- genellikle aynı ilgisizliğe maruz kalıyorlar. Gerçi Japon çizgi film ustası Miyazaki filmlerinin “çok güzel” oldukları konusunda herkes ağızbirliği yapar ama bir festivalde gösterilen bir Miyazaki filmiyle aynı saatlerde şayet çok kötü olduğu nam salmış bir başka film eşleşmemişse Miyazaki hayranları (ki sayımız hiç de az değildir) dışındaki festival müdavimlerinin öncelikli tercihi Miyazaki filmi değil de aynı saatteki diğer film neyse o olur...
Dün (Cuma) ülkemizde vizyona giren dokuz filmin ikisi canlandırma filmleri ve aslında haftanın en dikkate değer filmlerinin de bunlar olduğu söylenebilir. ‘Başka Sinema’ zinciri üzerinden gösterime giren Japon çizgi filmi Marnie Oradayken (Omoide no Mani, 2014), görsel olarak çok büyük bir seyir hazzı veren bir çalışma. Kimsenin yaşamadığı söylenen bir malikanede karşılaştığı gizemli bir yaşıtıyla dostluk kuran küçük bir kızın öyküsünü anlatan film, öykünün içerdiği muammanın çözümü noktasında ise yüksek beklentileri tam olarak karşılayamıyor.
Hayat Kitabı
Yaygın biçimde dağıtıma giren Hayat Kitabı (The Book of Life, 2014) ise bilgisayar temelli bir canlandırma filmi ve yapımcısı, anavatanındaki sinemayla bağını koparmasa da artık bir ayağı Hollywood’da olan Meksikalı sinemacı Guillermo del Torro. Amerikalı bağımsız bir animasyon stüdyosu ile Hollywood devlerinden 20th Centuty Fox’un ortak yapımı olan Hayat Kitabı’nın yönetmeni ise Meksikalı animatör Jorge Guiterez. Amerikan sermayesi ile Meksika kökenli yaratıcıların biraraya gelmesiyle ortaya çıkan filmin konusu Meksika folklorundan motifler içeriyor. Doğal olarak Meksika folkloruna pek aşinalığımız olmadığından filmin bu folkloru ne kadar sadık biçinde yansıttığı veya son tahlilde Amerikan patentli bir ticari ürün için paketlerken tahrif edip etmediği konusunda görüş beyan edebilecek konumda değilim. Ancak öte yandan filmin öyküsünün erkek-egemen bir toplumun erkeklerden ve kadınlardan beklentileri üzerine ilginç değinmeler içerdiğini not etmek gerek.
İlk bakışta Hayat Kitabı, Manolo ve Joaquin adlı iki gencin, her ikisinin de çocukluktan beri gönüllerini kaptırmış oldukları Maria adlı kızın gönlünü elde edebilmek için giriştikleri rekabeti konu alıyor gibi görünüyor. Ölüler Diyarları’nın iki hükümdarının bu gençlerden hangisinin muradına ereceğine dair kendi aralarında tutuştukları bahis ise filmin folklor temelli fantastik boyutunu oluşturuyor. Ancak bu dış güçlerin de müdahil olduğu aşk üçgeni içinde filmin temel karakteri müzisyen olmak isteyen ama babası tarafından aile mesleği olan boğa güreşçisi olmaya zorlanan Manolo. Anlatının bu eksenine baktığımızda öncelikle genç bireylerin geleceklerini kendi arzuları yönünde şekillendirmelerinin karşısına çıkan ebeveyn baskısı motifini görüyoruz ki bu, takdire şayan ama sinemada oldukça sık karşımıza çıkan bir motif, bir tür “kimseye aldırmadan gönlünün seni götürdüğü yere git” düsturu. Ancak Manolo’nun içine düştüğü kıskaç aslında biraz daha fazla katmanlı. Boğa güreşçiliği ve müzisyenlik aynı zamanda erkeklerden beklentilere dair çağrışımları da olan bir zıtlık. Sanatsal yetenek ve yaratıcılığın karşısına konumlandırılan boğa güreşçiliği her hangi bir pratik değil, şiddeti, rakibini hem mağlup etmeyi hem de mağlup etmekle yetinmeyerek imha etmeyi (öldürmeyi) içeren ve bu unsurların yüceltilerek kutlanmasını içeren bir toplumsal alımlama içerisine oturtulmuş bir pratik. Dolayısıyla Manolo’nun tavrı, yalnızca arzu ettiği açısından değil, reddettiği açısından da önemli bir tavır, hatta bu açıdan daha da önemli bir tavır.
Öte yandan Maria, gönlü Manolo’ya meyil etmekle birlikte, kasabalarını haydutlara karşı korumak için kasaba halkının yardım dilediği kahraman Joaquin’i reddetmemesi için baskı altında. Bu ikilemin çözümü ise hem Manolo’nun şiddet uğruna şiddeti temsil eden boğa güreşini reddetmesinin meşru savunmadan aciz olduğu anlamına gelmediğinin, hem de meşru savunmanın bireysel kahramanlara indirgenmeyip kadınların da rol aldığı kolektif bir çaba ile sonuç alacağının açığa çıkması ile oluyor.