Şili’deki askeri dikta rejimi yıllarından bir kesit: 1976
1976’nın bu yıl ülkemizde vizyona giren en iyi yabancı filmlerinden biri, belki de en iyisi olduğu noktasında tereddüdüm yok.
Şili’de askeri diktatörlük döneminde yaralı bir kaçağa gizlice yardımcı olmaya çalışan bir kadının öyküsünü perdeye getiren Şili-Arjantin ortak yapımı 1976 dün (Cuma) Başka Sinema zinciri üzerinden sınırlı ölçekte, üç büyük şehirde toplam 14 sinemada günde yalnızca birer ya da ikişer seans üzerinden gösterime girdi.
Dünya prömiyerini geçen yıl Cannes Film Festivali’nin yan bölümlerinden birinde yapan 1976, yirmi yıllık bir sinema oyunculuğu kariyeri olan Manuela Martelli’nin ilk uzun metraj yönetmenlik çalışması. Yıllar önce, Şili’deki sosyalist yönetim sırasında zengin ve yoksul ailelerin çocuklarının aynı okulda entegre edilmesini konu edinen Machuca’da (2004) oyuncu olarak izlemiş olduğumuz Martelli 1976’yı ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan bir ekiple çekmiş, örneğin filmin görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, müzik bestecisi ve kurgucusu da kadın.
1976’nın başkarakteri Carmen, müreffeh bir ailenin ferdi. Gençliğinde bir dönem Kızıl Haç görevlisi olarak çalışmış olan Carmen, Şili’de sokaklarda insanların kaçırıldığı, sahillerde cesetlerin bulunduğu günlerde bir yandan yazlık evlerinin duvarları için boya seçimi gibi ev işlerini sürdürürken diğer yandan yoksul çocuklara giyecek yardımı gibi kendi çapında hayır faaliyetleri yürütmektedir. Kocası dahil geniş ailenin Carmen dışındaki fertleri hayatlarını gamsız tasasız biçimde sürdürürken Carmen de çevresinde, ülkesinde olan bitene tepkisiz kalmakla, en azından görüş beyan etmemekle birlikte sık sık sigara içmesi, neredeyse hiç gülümsemeyip donuk, renksiz bir yüz ifadesi taşıması, Carmen’in iç dünyasında huzursuz oluşunun ipuçları gibidir. Derken bir gün hayır faaliyetleri üzerinden irtibatta olduğu bir rahip Carmen’den, açlık dolayısıyla hırsızlık yaptığı için aranmakta olduğunu söylediği yaralı bir gencin yarasının bakımı ve diğer ihtiyaçları ile ilgilenmesini ister. Yaralı gencin bakımını gizlice üstlenmeyi kabul eden Carmen çok geçmeden bu gencin aslında siyasi bir kaçak olduğundan kuşkulanmaya başlar, kuşkularını açtığı genç bunu kabullenince de kaçak genç ve bağlı olduğu örgütlenme arasında kuryelik yapmaya gönüllü olur.
Yaralı gence “umarım siz kazanırsınız” diyen Carmen’in bu tavrını merhamet ya da salt vicdan ile açıklamak kanımca yetersiz kalır. Gençliğinde tıp okumak istemiş olmasına karşın babasının zoruyla evlendirilmiş olan Carmen kendisini gönlünden geçen hayattan mahrum etmiş arkaik zihniyet ile tüm ülkeyi pençesine alıp geniş halk kesimlerine kan kusturan dikta rejimi arasındaki koşutluğu, sürekliliği adeta sezgisel olarak duyumsamaktadır.
Kuryelik faaliyetinin başlamasının ardından ise 1976’nın ambiyansı giderek değişmeye başlıyor; Carmen’in bir telefon görüşmesindeki sebebi belirsiz parazit sesleri dolayısıyla -telefonunun dinlenmeye başlanmış olabileceğinden kuşkulanarak- tedirgin olması gibi anlarla gerilim devreye giriyor. Özellikle gerilim sekanslarında öne çıkan Mariá Portugal imzalı müziklerin filmin etkileyiciliğinde çok önemli payı olduğunu kaydetmemek olmaz. Anlatının bağlanışındaki bir-iki noktaya ilişkin, filmin sonunu ele vermeme adına burada açıklayamayacağım çekincelerim olmakla birlikte 1976’nın bu yıl ülkemizde vizyona giren en iyi yabancı filmlerinden biri, belki de en iyisi olduğu noktasında tereddüdüm yok.