İleri yaşlardaki bir çiftin evlilik yıldönümleri arifesinde ilişkilerini gözden geçirmek durumunda kalmalarını perdeye getiren ve yılın en iyi filmlerinden biri olan Britanya yapımı 45 Yıl (45 Years) bir yana, bu haftanın en ‘dikkat çekici’ filmi, belgesel sinema mecrası dışında Sivas katliamına dair ilk sinema filmi özelliğindeki Madımak: Carina’nın Günlüğü.
Ulaş Bahadır adında genç bir sinemacının yönetmen ve senarist olarak imzasını taşıyan Madımak: Carina’nın Günlüğü, “keşke daha iyi olsaydı” dedirten bir çalışma. Bahadır, Sivas katliamını beyazperdeye aktarmak için katliamda yaşamını yitiren yabancı uyruklu genç bir kadının günlüklerinden yola çıkmak şeklinde aslında ilginç bir çıkış noktası yakalamış. Türk kadınları hakkında bir araştırma yapmak üzere Türkiye’ye gelen ve Alevi toplumunda kadının konumunun Türkiye genelindekinden farklı olduğunu anlayarak gözlem yapmak üzere Sivas şenliklerine katılan Hollandalı Carina Cuanna’yı canlandıran Alman oyuncu Denise Ankel rolünün altından yeterli derecede kalkabiliyor ve yardımcı rollerde de çok sayıda deneyimli oyuncu yeralıyor ancak film sinemasal anlatım açısından ne yazık ki vasat bir televizyon dizisi düzeyinin üstüne çıkamıyor, hatta camilerdeki provokatif konuşma sahneleri gibi kimi kritik anlarda son derece amatör bir görünüm sergiliyor. Öte yandan Madımak: Carina’nın Günlüğü’nü salt herhangi bir sinema filmi gibi eleştirmek de ‘mesleki deformasyondan’ malul olma noktasına getirebilir bir eleştirmeni ve yirmi küsur yıldır hiçbir sinemacının el atmadığı tarihsel bir vakayı aktaran bir filmi sonunda –belgesel Menekşe’den Önce (2013) hariç- beyazperdede, üstelik aynı anda 18 şehirde toplam 65 salon gibi nispeten yaygın bir dağıtım üzerinden izleyebilmenin toplumsal bellek tazeleme açısından siyasal bir işlevi olduğu yadsınamaz.
Madımak: Carina’nın Günlüğü’ne bu açıdan baktığımızda ise Sivas katliamını hangi yönleriyle temsil ettiğini incelemek gerek. Madımak: Carina’nın Günlüğü, Sivas valisini katliamı engellemek isteyen ama hükümetin ‘ilgisizliği’ ve yöredeki askeri yetkilinin provakatörlerin şefi ile işbirliği içinde olması yüzünden aciz kalan bir figür olarak perdeye taşıyor. Belediye başkanı ise linç gürühunu dağılmaya çağırırken aynı zamanda onları taltif eden sözleriyle dolaylı olarak cesaretlendiren ikili bir konumda gösteriliyor. Son tahlilde ise film, katliamı bir grup ‘derin devlet’ elemanının planlı provakasyonlarının sonucu olarak temsil ediyor. Ancak bu ‘derin devlet operasyonunun’ tam olarak hangi saikle düzenlenmiş olabileceğine dair bir imada bulunmuyor. Katliamın bu yönü tarihsel olarak net biçimde açığa çıkarılamamış olduğu ve henüz karanlıkta kaldığı için senarist-yönetmen Bahadır’ın bu konuda söz söylemekten imtina etmiş olması belki anlaşılabilir sayılabilir. Ancak öte yandan Bahadır’ın ‘derin devlet elemanlarının’ Sivas’taki gizli toplantıları gibi herhalde Carina’nın günlüğünde betimlenmeyen ve her ne kadar ‘gerçekçi’ olsalar da bilebildiğimiz kadarıyla birebir teyit edilmiş tanıklıklara dayanmayan mizansenleri canlandırmaktan çekinmezken bir adım öteye de, biraz daha derine de gitmesi beklenebilirdi.
Sonuçta Madımak: Carina’nın Günlüğü bittiğinde baki kalan hisler, sondan başlayıp geriye doğru giderek sıralarsak, kapanış jeneriğinde perdeye gelen 35 canımızın gerçek fotoğraflarını bir kez daha gördüğümüzde boğazımızın düğümlenmesi, gözlerimizin dolması, Tansu Çiller’i canlandıran oyuncu perdeye geldiğinde duyduğumuz, en hafif ifadeyle, öfke ve yobazlar “Müslüman Türkiye! Müslüman Türkiye!” sloganıyla sokağa döküldüğünde nasıl vahşet sergiledikleri gerçeğini bir kez daha anımsayıp “bir şeyler yapma” ihtiyacını duyumsamak.