Çarşamba akşamı gerçekleşen 51. SİYAD Ödül Töreni’nde beklendiği üzere Ahlat Ağacı En İyi Film Ödülü dahil altı ödül kazanarak öne çıktı. SİYAD ödülleri yalnızca vizyona giren uzun metraj filmleri kapsamıyor; fantastik film, kısa film, uzun metraj belgesel ve kısa metraj belgesel dallarında da “en iyiler” ödüllendiriliyor ve bu dallarda vizyona girmiş olma şartı aranmıyor (zaten kısa film ve kısa metraj belgeselde böylesi bir şart aranması doğal olarak olanaklı değil). Bu arada benim de dört yıldır içinde yer aldığım mevcut SİYAD yönetimi olarak kısa film ve belgesel mecralarının da sinemanın asli unsurları arasında olduğunu vurgulamak adına, örneğin öncesinde yalnızca Yeşilçam emektarlarına verilen Onur Ödülleri’nden en az birini dört yıldır en az bir kısa filmciye ya da belgeselciye vermeye özen gösteriyoruz. Ayrıca -biraz şekli bir uygulama olarak hafifsenebilir ama- kısa film ve belgesel ödüllerini son iki yıldır törenin en başında verip diğer ödüllere geçmek yerine bu ödüllerin takdim sırasını sonlara doğru, En İyi Film Ödülü’nün takdiminin yakınına taşımış durumdayız. Nitekim bu yılki törende Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var ile En İyi Kısa Film Ödülü’nü kazanan Umut Subaşı, Türkiye’de benzeri olmayan bu uygulamayı takdir ettiğini belirtti.
Bu haftaki yazımı ödüllü ama vizyona girmemiş iki filme, iki belgesele ayırmış durumdayım. Ülkemizdeki belgesel sinemacılar sansüre, hatta artık sansürün de ötesinde cezai kovuşturmalara sıkça maruz kaldığından özel olarak belgesel sinemamızın önde gelen örneklerine işaret etmek başlı başına ayrı bir gereksinim. Bu yıl SİYAD’dan ödül alan iki belgesel de “barış sürecinin” sona ermesiyle birlikte güneydoğudaki pek çok yerleşim biriminde yaşanan ve büyük yıkımlarla çok sayıda can kaybına yol açan çatışmalı dönemi ekrana getiriyorlar.
En İyi Kısa Metraj Belgesel Ödülü’nü kazanan Yıkıntılar Arasında (Kavil), sinemamızın önde gelen yönetmenlerinden Özcan Alper’in, Murat Özyaşar ile ortaklaşa yazdığı senaryodan yönettiği bir canlandırma filmi; filmin canlandırma yönetmeni ise Vrej Kassouny. Yıkıntılar Arasında, 2015-2016’da güneydoğudaki çatışmalı döneme dair çok sayıda fotoğraf, hareketli görüntü ve sözlü anlatımı temel alarak bu sahnelerin canlandırma (animasyon) tekniği ile ve bu yörede sokaklarda, “yıkıntılar arasında” bir gezinti içeren bir mini-anlatı üzerinden ekrana getirilmesini içeriyor ve filmin sonuna eklenen (İrfan Aktan tarafından kaleme alındığı kapanış jeneriğinde kaydedilen) yazılı bir bilgilendirme metninde son 40 yıllık sürecin “iç savaş” gibi en hafif ifadeyle çok tartışmalı bir ibareyle nitelendirilmiş olmasını (ayrıca bu ibarenin geçtiği cümledeki muhtemel cümle düşüklüğünü) göz ardı edersek, kendi mütevazi ölçeğinde oldukça başarılı ve değerli bir çalışma. Yıkıntılar Arasında, geçen Eylül ayında San Sebastian Film Festivali’nde çeşitli yönetmenlerin çektiği bir dizi kısa filmden oluşan derleme bir uzun metraj filmin bünyesinde gösterilmişti.
Gürcan Keltek’in yönettiği Meteorlar ise, prömiyerini 2017’de Locarno Film Festivali’nde yaptıktan sonra çok sayıda festival dolaşmış ve bu festivallerde en az beş ödül toplamış durumda; SİYAD En İyi Uzun Metraj Belgesel Ödülü, Türkiye’den aldığı ilk ödül. Meteorlar’ın oldukça özgün, yer yer deneysel bir filmi anımsatan, ya da deneysel film formatına kayan bir sinema dili var. Öncelikle filmin, Keltek’in internette görüp indirdiği (kapanış jeneriğinde özgün kaynakları belirtilen) muhtelif çekimler ile kendisinin yaptığı çekimlerin kolajı niteliğinde olduğunu kaydetmek gerek.
Meteorlar bir grup avcının bir av sahnesiyle açılıyor: Bu bölümde genellikle avcıların vizöründen hedeflerindeki dağ keçilerini izliyor ve avcıların kendi aralarındaki kısık sesli konuşmaları dinliyoruz. Bu av sahnesinden sonra önce çorak bir arazide bir dizi motorlu aracın toz dumanları kaldırarak ilerleyişi, ardından dumanlar yükselen bir yerleşim biriminin görüntüleri çok uzak plandan ekrana geliyor. Etkileyici bir müzik kullanımının da katkısıyla bu geçiş sarsıcı biçimde kurgulanmış.
Meteorlar’ın takriben ilk yarım saati, en akılda kalıcı kısmı. Özellikle bir Nevruz kutlaması izlenimi veren pasajlar hem Keltek’in bulduğu görüntülerin sıra dışılığı, hem de Keltek’in bunları çarpıcı bir ses kuşağı eşliğinde işlemede gösterdiği maharet üzerinden belleklerden silinmeyecek nitelikte. Filmin, sivil halktan kadın ve çocuklarla söyleşiler içeren orta kısmı ise geleneksel belgesel formatında denilebilir.
Sonlara doğru, bir göktaşı yağmuru bölümü ekrana geliyor ve Meteorlar tekrar ritim ve doku değiştiriyor. Bu bölümün, her ne kadar filme adını vermiş olsa da filmin bütünüyle kurduğu bağı ilk bakışta anlamlandırabilmek kolay değil. Ancak belki alışıldık anlamda çok gerekli de değil. Sonuçta aynı coğrafyada, aynı dönemde yaşanmış bir doğa olayı söz konusu. Göktaşı yağmurunun neyi ‘sembolize ettiğini’, neyi çağrıştırmasının amaçlandığını düşünmektense yıkımların ve ölümlerin cereyan etmekte olduğu coğrafyanın, aynı zamanda görkemli ama sonuçta munis bir doğa olayının sahnesi de olduğunu fark edip, şiddetsiz bir varoluşun başkalığını duyumsamak yeterli.
Ancak aynı şeyi filmin en son bölümü için söyleyebilmek olanaklı değil. Nemrut Dağı’ndaki heykellerin egzotizm kokan kullanımı bir yana, finalde boynuzlarını tokuşturan dağ keçilerinin ve birbirlerine dolaşan iki yılanın görüntüleri, herhalde, umarım ki, “insan da sonuçta bir hayvandır ve bakın insanlar nasıl birbirine şiddet uyguluyorsa hayvanlar da birbirlerine dalaşıyor” gibi yüzeysel ve nihilist bir mesaj niyetiyle filmin anlatısını bağlamakta kullanılmamış olsunlar. Ya da filmin yine dağ keçili olan başlangıç sekansıyla beraber düşünüldüğünde, dışarıdan gelen avcının olmadığı koşullarda da şiddetin doğanın bir unsuru olduğu önermesiyle… Keltek, atmosfer yaratmada, duygulanım oluşturmada, düşünceden ziyade hisleri harekete geçirmede büyük bir ustalık sergilerken, metaforlara / sembolizme yöneldikçe derinlik ve anlam yaratmada aynı ölçüde bir başarı sergilemiyor kanımca.
Yine de Meteorlar bu defosuna karşın, yakın dönemde yaşanan acı olayları özgün bir sanatçı pratiğiyle öznel bir süzgeçten geçirip, öznel bir bakış açısıyla kayıt altına alan kalburüstü bir sanat eseri. Ülkemizde vizyona girebileceği günlerin gelmesini umarım.