Malum, “köprüden önceki son çıkış” ifadesi içinde bulunduğumuz dönemde siyasetin muhalif cenahında sıkça, her seçim ve halkoylaması arifesinde kullanılır olmuştu. Dün (Cuma) vizyona giren yerli yapım Son Çıkış ise isminin bu bağlamda yapabileceği çağrışımlara karşın, toplumsal-eleştirel bir film olmakla beraber doğrudan güncel siyasal süreçlere, siyasal rejimin değişiyor oluşuna ve bu rejim değişikliğine karşı duruş çabalarına gönderme yapan bir çalışma değil. Can Kantarcı’nın yazdığı senaryodan Ramin Metin’in yönettiği Son Çıkış’ın toplumsal-eleştirelliği, ana gövdesinin “kentsel dönüşüm” arka fonunda bir kara mizah filmi olarak şekillenmesinde ve anlatısının son çeyreğinde ise asıl derdinin kapitalist ilişkilerin penetrasyonun yaygınlığına vurgu yapmak olduğunu hissettirmesinde yatıyor.
Son Çıkış, İstanbul’da eşinin babasının inşaat şirketinde mimar olarak çalışan Tahsin’in traji-komik öyküsünü perdeye getiriyor. İş yaşamından da, evlilik yaşamından da bezmiş olan Tahsin bir akşam eski arkadaşı Siren’le rastlaşınca artık güney illerinde organik tarım yapan bir toplulukta yaşamakta olan bu çekici kadının önerisine uyarak her şeyi bırakıp onun yanına gitmeye karar veriyor. Ancak ertesi sabah yola çıkmadan önce işinden istifa edince işyerine ait olan arabası da, cep telefonu da alıkonuluyor ve bu koşullar altında Tahsin’in havaalanına ulaşma uğraşı, bir dizi aksiliğin de katkısıyla azap verici bir hal alıyor.
Son Çıkış’ın bu ‘ikinci perdesi’, Martin Scorsese’in nispeten az bilinen başyapıtlarından After Hours’u (1985) bir hayli anımsatıyor. Sıkıcı hayatından bunalmışken çekici bir genç kadının daveti üzerine gece vakti bir randevuya giden ama beklediğini bulamayınca evine dönebilmekte bin bir güçlük yaşayan beyaz yakalı çalışan bir adamın başından geçenleri perdeye getiren After Hours’ta olduğu gibi Son Çıkış’ta başına pişmiş tavuğun başına gelmeyenlerin geldiği Tahsin de kentin pek aşina olmadığı yörelerini tanımak durumunda kalıyor ve buralarda kimileri eksantrik, kimileri tekinsiz, hatta tehlikeli kişilerle yolu kesişiyor.
Son Çıkış’ın Tahsin nezdinde “öteki Istanbul” olan yaşam alanlarını perdeye yansıttığı bölümleri filmin belki de en başarılı kısımları. Özellikle Tahsin’in bir süreliğine evine sığınmasına izin veren tuhaf yaşlı kadın Son Çıkış’ın herhalde en unutulmayacak tiplemesi. Öte yandan Son Çıkış’ta kentsel “soylulaşma” (jentrifikasyon) projelerinin mağdurlarının külliyen romantize edilmemesi, bu bağlamda örneğin mafyöz lümpen tiplemelerin perdeye sahici biçimde yansıtılması da (özellikle gerçek yaşamda Tophane’nin jentrifikasyona tepkinin nasıl sanat galerilerine saldırılar gibi yerel faşizmin diş göstermesi ile hedeften sapmış biçimde tezahür etmiş olduğu anımsandığında) filmin bir diğer önemli artısı. Bu arada bir Katar heyetinin Istanbul’u ziyaretinin trafiği felç etmiş olması ya da Tahsin yorgun argın yollarda çökmüş vaziyetteyken arka fondaki bir panoda “15 Temmuz Destanı” ibaresinin bir anlığına perdeye gelmesi Son Çıkış’ın öyküsünün cereyan ettiği gerçekliğin, öykünün bizzat kendisinin ötesinde kalmak durumunda olan daha makro ölçekteki bağlantılarına küçük, ince dokunuşlarla işaret edilmesi olarak dikkate değer.
Son çeyreğinde ise Son Çıkış’ın rengi bir anlamda değişiyor. Bu bağlamda Tahsin’in aklını çelip yollara düşmesine vesilen olan genç kadının adının Siren olduğunu anımsamak gerek; “siren”, aynı zamanda Yunan mitolojisinde denizcileri güzel sesleriyle cezbedip gemilerinin kayalıklara çarpmasına sebep olan deniz kızlarının adıdır! Henüz izlemediği ama izlemeyi planladığı bir filme dair eleştiri yazılarında o filmin finalinin açık edilmesini önceden okumak istemeyenler bu yazıyı okumayı bu noktada bırakabilirler ancak Son Çıkış gibi dişe dokunur bir filmin eleştirisi, “oyunculuklar şöyle, görüntü yönetimi böyle, müzik öyle, vs., vs., …” tarzı tespitlerden öteye geçecekse anlatısının nasıl bağlandığını da açımlamak ve değerlendirmek durumunda kaçınılmaz olarak.
Son Çıkış’ın son bölümünde Tahsin’i güneydeki organik tarım topluluğunda yaşarken izliyoruz ancak Tahsin umduğunu bulamamış ve yine mutsuzdur çünkü buradaki çalışma ortamı da belki İstanbul’daki iş hayatı kadar rutin ve yabancılaştırıcı bir haldedir. Bir akşam rastlaştığı bir başka genç kadın, bu topluluğun başına Siren’in geçip ‘işi büyüterek’ ticarete dökmesi ile her şeyin tatsızlaştığını, bozulduğunu anlatır ve Tahsin’i bir başka, daha mütevazi topluluğa davet eder. Filmin son sahnesinde ise Tahsin’i Istanbul’a dönmek üzere tekrar yola çıkmak üzereyken görürürüz…
Son Çıkış’ın bu finali, özellikle en son sahnesi farklı yorumlara açık bir final. Her şeyden önce kaçışın çare olmadığına işaret ettiği kesin. Ancak bunun ötesinde Tahsin’in İstanbul’a dönmesinin İstanbul’da kendine farklı bir yaşam kurma niyeti mi, yoksa çaresizlik içinde Istanbul’daki eski yaşamına aynen geri dönme niyeti mi, yani mutlak bir teslimiyet mi içerdiği, bir başka ifadeyle kaçışın çare olmamasının, kaçmaktan başka bir çare bulma ihtiyacını mı, yoksa hiçbir çare olmadığını mı ima ettiği belirsiz.