Bilim-kurgu sinemasının klasikleri arasına şimdiden girmiş olan Blade Runner’ın (1982) onyıllar sonra çekilen ve merakla beklenen devam filmi Blade Runner 2049’ın Türkiye’de eleştirmenlere yapılan öngösteriminde çıplaklık içeren sahneleri sansürlenmiş, daha doğrusu artık anlaşıldığına göre oto-sansürlenmiş, olarak gösterildiğini İleri Haber’de duyurmuştuk. Film dün vizyona da bu halde girdi ve nihayet dün gece filmin ABD dışındaki dünya dağıtımını gerçekleştiren (*) Sony Pictures’tan konuya ilişkin bir “açıklama” geldi: “Yerel kültürlere saygılı olmak için Sony Pictures bazı bölgelere az bir miktar (yeniden) kurgulanmış versiyonlar takdim etmiştir.”
Bu “açıklamanın” tabii kabul edilebilir, makul hiçbir tarafı yok, liğme liğme edilmesi gereken bir “açıklama”. İlk başta akla Sony’nin “kraldan fazla kralcı” davrandığı gelebilir ve bunda kısmen haklılık payı da olsa gerek ama Sony’nin tavrı buna indirgenemez. Herşeyden önce “açıklama” bir içsel çelişki içeriyor: kendinden farklı bir “kültür” için neyin uygun olup olmadığına kendin karar verip bunu ona empoze etmek o “kültüre” yapılabilecek en büyük saygısızlıkların başında gelir. Fakat “saygı” ve benzeri ibareleri, tartışmayı bu ibareyi kullanmanın tutarsızlığı üzerinden yapmayı bir tarafa bırakalım. Sony yetkillileri bu açıklamalarıyla Türkiye halkını, spesifik olarak Türkiyeli sinema izleyicilerini bırakın cinsel içerikli görüntülerden, alelade çıplaklık görüntülerinden bile, hatta Blade Runner 2049 özelinde android çıplaklığı içeren görüntülerden bile rahatsız olacak külliyen geri kafalı bir güruh olarak konumlandırmış, ayan beyan aşağılamış oluyorlar. Adını açıkça koyalım: bu kendinden farklı “kültürlere” böyle tepeden bakan bakışın adı oryantalizmdir, başka bir şey değildir ve doğrudan sömürgeci bir zihniyetin kalıntısı, hatta ‘kalıntısı’ olmak bir yana basbayağı dışavurumudur.
Ülkemizde gerici kesimler yok mu, söylemeye bile gerek olmadığı üzere tabii ki var ve sansür yetkisi dahil malum olduğu üzere siyasal erki ele geçirmiş durumdalar. Ancak Türkiye’de gericilik, siyasi gücünün ötesinde mutlak bir toplumsal hegemonya kurmaktan uzak; siyasal erk aygıtlarını mutlak biçimde fethetmiş olmaları, bizzat halkı fethetmiş ve külliyen dönüştürebilmiş, gericileştirebilmiş oldukları anlamına gelmiyor.
Bu bağlamda konunun son olarak değinilmesi gereken bir başka boyutu da “korsana karşı mücadele” açısından Sony’nin kendi ayağına kurşun sıkmış olması. Ben dahil pek çok sinema yazarı, bir filmin layıkıyla deneyimlenebilmesi için öncelikle sinema ortamında izlenmesinin gerektiğini savunagelmişizdir hep. Sony ise Blade Runner 2049’ı Türkiye’de sinemalara mundar edilmiş bir halde sunarak orijinal versiyonunun korsan mecrasında rağbet görmesine gayri-ihtiyari olarak davet çıkarmış durumda.
Türkiye’de bize “layık görülen” (!) versiyonunda çıplaklık görüntülerini kadraj dışı bırakmak amacıyla gerçekleştirilen dijital “zumun” yarattığı çözünürlük düşüklüklerinin ve kare atmanın getirdiği ses kuşağı kopukluklarının seyir deneyimini bozması bir yana Blade Runner 2049 nasıl bir film diye soracak olursanız (oto-)sansürlü olarak izlemek zorunda bırakıldığımız bir film hakkında daha kapsamlı biçimde yazma motivasyonumun da, enerjiminin de pek kalmamış olması dolayısıyla, yönetmen Denis Villeneuve’nin pek çok diğer filminde olduğu gibi görsel yönünün çok güçlü, senaryosunun ilk Blade Runner filmiyle bağlantısının o filmin hayranlarını esas itibariyle memnun bırakacak derecede sağlam, endüstriyel üretim ürünü yapay insanların doğurganlık yetisi odaklı konusunun potansiyel olarak son derece ilgi çekici ancak bu potansiyeli kanımca tam olarak geliştirememiş olduğunu söylemekle yetinmek durumunda kalırım.
(*) Warner Bros. yapımı filmin Türkiye’de dağıtımı WB’nin Türkiye ayağı tarafından gerçekleştiriliyor ancak filmin dünya ölçeğinde pek çok diğer dış piyasaya olduğu gibi Türkiye’ye dağıtımı Sony üzerinden gerçekleşiyor.