Türkiye'de film eleştirisi camiasında apolitizm, anti-entelektüelizm ve ayrıca aidiyet kayması eğilimleri
Türkiye’de film eleştirmenliğinin etkisi, nüfuzu geçmişte ne kadardı ayrı bir tartışma konusu ama günümüzde etki alanının daraldığına, daralmakta olduğuna kuşku yok. Bu durumun hem bir sebebi, hem ana göstergesi olarak ana akım medyada film eleştirisine ayrılan alanın bir hayli kısıtlı hale gelmiş olması öncelikle ve ilk bakışta görülebilir. Kuşkusuz hepsinde değil, önemli istisnalar azımsanmayacak kadar var ama pek çok gazetede film eleştirilerine ayrılan yer bir hayli küçülmüş durumda, hatta film eleştirisine yer vermeyen gazeteler dahi var; daha da bariz bir durum ise görsel-işitsel medyada sözkonusu: izleyici kitlesi sınırlı bir-iki kanal dışında film eleştirisine yer veren programlar içeren kanal kalmadı denilebilir.
Bu koşullar altında varolmaya çalışan film eleştirmenliğinin kendisine baktığımızda ise vurun abalıya düzeyine varmadan kimi tespitler yapmak gerekli. Film eleştirisi camiasının kendi içinde, ve bu camiayı takip eden yakın çeperinin de katılımıyla, bu bağlamdaki tartışmalar, polemikler daha çok genelde internet ve özelde sosyal medyanın fllm eleştirisine getirdikleri ve götürdükleri etrafında dönegelmiş durumda. Önce internet forumlarında ve kendi kişisel bloglarında film eleştisi yazmakla ‘sahneye çıkan’ bir kuşak geldi, çok geçmeden bu trendin devamcısı ama bir başka, ‘üst’ aşaması olarak sinema meraklısı böylesi gençlerin kendilerinin kurdukları ve sinemaya dair haberlerin yanısıra kendi yazdıkları film eleştirilerine de yer veren siteler öne çıktı, zaman içinde bu sitelerin bazıları saman alevi gibi parlayıp sönerken bazıları düpedüz kurumsallaşmayı ve kalıcı biçimde geniş bir okunurluk (ve belki de ayrıca reklam gelirleri üzerinden belirli bir ticari geri dönüş) kazanmayı başardılar. Tüm bu süreçlerin artıları ve eksileri, yukarıda değindiğim gibi, film eleştirmenliği camiası içinde tartışıldı, tartışılıyor, genellikle polemikler düzeyinde olsa da. Konunun bu yönüne, internet üzerinden yükselen yeni eleştirmen kuşağına özgü yönlerine bu yazıda doğrudan değinmeyeceğim. Amacım, ister “eski, geleneksel” medya üzerinde, ister “yeni medya” üzerinde kendini gösteriyor olsun Türkiye’deki film eleştirmenliği (üzerinde yükseldiği medya formatından bağımsız olarak ve farklı formatlardaki eleştirmenleri kesen biçimde) içindeki kimi eğilimlere kısaca, satır başları olarak da olsa değinmek ve tartışmaları başka boyutlara da taşımaya çalışmak.
Öncelikli olarak (bu öncelik, benim nezdimde bir öncelik tabii) Türkiye’deki film eleştirisi içinde kabaca ‘apolitiklik’ diye nitelendirebileceğim bir eğilimin varlığını tespit etmek olanaklı. Filmleri yalnızca sanatsal, estetik, vb niteliklerine göre değerlendirip çok-yönlü toplumsal işlevlerini değerlendirmeye katmamayı apolitiklik olarak özetleyebilirim. Kuşkusuz bu eğilim, ülkemizdeki film eleştirisinin geneline atfedilecek bir eğilim değil, politik duyarlılık dahil sosyal duyarlılıklarını yeri geldiğinde eleştirilerine yediren eleştirmenlerin çoğunlukta olduğu söylenebilir, ancak böylesi apolitik bir damar da marjinal sayılamayacak ölçekte mevcut. Bununla bağlantılı daha vahim bir damar ise kendinden menkul biçimde apolitik olmanın ötesinde apolitizmi hararetli biçimde savunma ve politik duyarlılık içeren eleştirileri adeta ‘lekeli’, adeta ‘amacından sapmış’ eleştiri sayma eğiliminde kendini gösteriyor.
Yukarıda saydığım bu durumla ilişkili sanılabilecek ama aslında daha konjonktürel bir durum ise Türkiye’nin özellikle son birkaç yıldır içine girdiği baskı ortamının etkisiyle film eleştirisinin Türkiye’ye değebilecek noktalarda apolitikleşme durumu, daha doğrusu depolitize olması. Türkiye’de rejimi eleştiren film yapımının mumla aranır olması bir yana hasbelkader böylesi filmlerin Türkiye’de anaakım medyada hakkıyla görünür olması aynı sebeplerle gittikçe zorlaşıyor; keza iktidarın, onun ideolojisinin propagandası işlevindeki filmlerin hakkıyla eleştirisinin yapılabilmesi de. Bu bahiste geçerken değinilmesi gereken bir nokta, internet üzerindeki film eleştiri sitelerinin bu bağlamda daha özgür olabilme potansiyeli ve pratiğine ilişkin; “yeni medya” üzerinden yükselen film eleştisinin artılarına ve eksilerine dair en yukarıda andığım tartışmalarda konunun bu yönü genellikle es geçiliyor.
Apolitizme benzer ama farklı bir diğer eğilim ise anti-entellektüelizm. Kuşkusuz her film eleştirisi “derin”, “ağır” analizler içermek durumunda değil, her eleştirmenin kendince bir üslubu, tarzı vardır ve ayrıca eleştirinin yayınlandığı yer, oranın okuyucu kitlesi de bunu belli ölçülerde belirler. Burada anti-entellektüelizmden kastım, analitik yoğunluğu yüksek eleştirilerin keza “lekeli”, gereksiz eleştiriler olarak bizzat kimi popülist sinema yazarlarınca küçümsenmesi.
Türkiye’deki film eleştirisi camiasına ilişkin son olarak, ama en az vahim olduğundan değil, yukarıda saydıklarımdan çok daha farklı nitelikte olduğundan yazımın sonuna bırakarak, değinme gereğini duyduğum bir başka konu ise sinemacılarla, tabii ki kastım yerli sinemacılarla, ilişkilere yönelik. Bu konu, kimi polemiklerde zaman zaman adeta komplo teorileri şeklinde gündeme geliyor ama burada kimi eleştirmenlerin, kimi eleştirmen öbeklerinin, kimi jürilerle de “işbirliği” (!) yaparak kimi sinemacıları kayırdığına, vs’e ilişkin iddialara değinmiyorum. Öte yandan herhangi bir sinemacıyla beşeri anlamda “samimi” olan pek çok eleştirmenin gerektiğinde o sinemacının herhangi bir filmine “bir yıldızı basmaktan” tereddüt etmediği de bizim camianın gurur verici yüzü. Ancak belirli bir sinema yazarları kesiminin aidiyet hissiyatında ciddi bir kayma olduğu da yadsınamaz, net biçimde ifade edersek kimi arkadaşlar kendilerini sinema camiasının bir parçası olarak görüyorlar, sinema camiasıyla gerektiğinde dayanışma içinde olan ama ondan ayrı ve bağımsız, ve mesafesini koruması gereken!, bir camianın değil, adeta doğrudan sinema camiasının bir parçası olarak –ve ister istemez, belki de hevesle, şevkle isteyerek, o hale gelmiş bir görüntü arzediyorlar. Bunun neden, nasıl bu hale geldiği ayrı bir tartışma konusu ama tezahürleri, sakıncaları, kabul edilemezliği umarım kendiliğinden açıktır, gerekirse başka bir yazıda, başka yazılarda devam ederiz.