Ulbolsyn: 'Modernleşmeci' paradigma içindeki 'jakoben' feminist bir film

İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma filmleri gösterimleri geçen hafta sonu sona erdi. Bu yılki yarışma filmlerinden izlediklerim içinde en dikkate değer bulduklarım arasında 16 yaşındaki kız kardeşini evlendirilmek üzere alıkonulduğu evden kurtarmak isteyen genç bir kadının mücadelesini öyküleyen Ulbolsyn adlı Kazakistan yapımı geliyor. 

Ulbolsyn, Kazakistan taşrasındaki erkek egemen gericiliği çok yönlü toplumsal bağlantılarıyla teşhir eden bir kara komedi. Filme adını veren Ulbolsyn adındaki şehirli genç kadın, yurt dışında eğitim görebilmesi için kız kardeşinin kaydını memleketlerindeki okuldan almaya teşebbüs ettiğinde okul görevlisinin “bugün git, pazartesi tekrar gel” tavrı üzerinden taşranın ilk engeli ile karşılaşıyor; üstelik dışarı çıktığında da kendisini dışarda beklemesini söylediği kardeşinin bir arabayla götürüldüğünü görüyor! Kardeşinin kaçırıldığına dair başvuruda bulunmak üzere gittiği karakolda da okulda karşılaştığına benzer bir tavırla karşılaşan Ulbolsyn, bir müddet sonra kardeşinin kasabanın “şifacısı” addedilen, bizdeki “cinci hocalara” da benzeyen bir adamın evinde onunla evlendirilmek üzere tutulmakta olduğunu öğrendiğinde kardeşini kurtarmak için büyük şehirdeki bağlantılarını devreye sokuyor ama ona yardım için gelen askeri yetkiller de, bir sosyal medya gazetecisi de bir müddet sonra kasabanın tüm ileri gelenlerinin ve halkının bu “şifacı” etrafında kenetlenmesi sonucu pes ediyorlar. Ancak Ulbolsyn asla pes etmiyor! Üstelik kuşatılmış durumdaki kardeşinin bu müstakbel evliliğe rızasının olduğuna dair emarelere karşın...

Ulbolsyn’in en azından Türkiye’de günümüzdeki kültür-sanat entelijansiyasının önemli bir kesiminin nezdinde artık makbul sayılmayan kodları, temsilleri cüretkar biçimde içermesi dikkat çekici. Filmin baş karakteri, modern ve şehirli bir genç kadın ve filmin anlatısı, bu modern ve şehirli genç kadının, taşranın yerel mikro iktidarlarına ve değerlerine karşı inatçı mücadelesi üzerinden onu kahramanlaştırıyor. Ulbolsyn’e sözüm ona desteğe gelen şehirli erkeklerin hepsinin onu yarı yolda bırakması ve Ulbolsyn’in kendi cesaretinden başka dayanağının olmadığını fark etmesi filmi feminist bir hatta oturturken anlatı ayrıca “modernleşmeci” paradigma kökenli bir bağlamdan da yükseliyor ve bunu açık etmekten çekinmiyor. Üstelik küçük kız kardeşin, resmen reşit olmamakla birlikte kendisi için öngörülen evliliğe razı oluşunun veya içinde bulunduğu koşullarda rızasının “üretilmiş” olmasının Ulbolsyn’in kararlılığını zerre kadar etkilememesi onu bir hayli “jakoben” bir konuma da getiriyor ve film onu bu “jakobenliği” içinde de kahramanlaştırmaktan çekinmiyor. Sonuçta Ulbolsyn hem genel olarak bir kara komedi bağlamındaki başarısı ile hem de günümüzde belli çevreler nezdinde “demode” / “arkaik”, hatta “tabu” sayılabilecek duruşundaki cüret ile benim nezdimde çok keyif verici bir seyir sunan bir film olarak belleğimde yer etti.

İşin ilginç bir yönü ise Ulbolsyn’in TRT destekli bir yapım oluşu... “Soydaş” sinemacıların böylesine bir projesine destek vermiş olan TRT, ülkemiz sinemacılarından gelse benzer/muadil bir projeye destek olur muydu diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Ve de muadil bir film günümüzde ülkemizde çekilse kimlerden nasıl tepkiler alırdı acaba diye...

SANSÜR VE PİLOTUN KARISI

Uluslararası Yarışma’nın bir diğer dikkat çekici ve son derece kalburüstü filmi ise Britanya yapımı Sansür’dü (Censor). Konusu 1980'lerde Britanya'da video mecrasındaki sert korku/dehşet filmlerine yönelik toplumsal histeri/paranoya döneminde geçen Sansür, sansürün, travmayla yüzleşemeyip fantaziye kaçmakla paralel bir süreç olduğuna işaret eden bir film. Bu arada kendisi de daha çok psikolojik gerilim/psikolojik korku olarak başlayıp finale doğru kan-revan sularına da giren çok başarlı bir geceyarısı sineması çalışması. Önümüzdeki aylarda ülkemizde sinemalarda vizyona girmesi de plananlanan Sansür’ü vizyona girdiğinde bu köşede daha ayrıntılı mercek altına almayı planlıyorum.

Festivalde yarışma dışı gösterilen Alman yapımı Pilotun Karısı (Die Welt wird eine andere sein) ise yakın dönemde izlediğim en etkileyici, en unutamayacağım filmlerden. Pilotun Karısı’nı izlemeye niyeti olanlara izlemeden önce film hakkındaki tanıtım yazılarını okumamalarını kesinlikle öneririm; çünkü, İKSV sitesindeki dahil şahsen denk geldiğim en örtülü anlatımlarda dahi majör sürpriz-bozan (spoiler) riski var. Konusunun gerçek bir vakadan esinlendiğini belirten bir ibareyle açılan film, Almanya'daki bir Türk genç kadınla Lübnanlı bir genç erkek arasındaki çok tatlı bir gençlik aşkı filmi gibi başlıyor ancak yavaş yavaş ¨işin rengi değişiyor¨.