Salgın günlerinde internet, toplumun belirli bir kesiminin yaşamına eskisinden de daha fazla girmiş durumda. Eğitim, online yapıldı, yapılıyor; toplantılar online yapıldı, yapılıyor; online platformlar üzerinden film izlemek, sinemaların kapalı olduğu koşullarda film izlemenin -umarım geçici olarak- temel pratiği halini aldı. Hepsinden önemlisi ve vahimi, yüz yüze birebir insani ilişkilerin, aynı kentte yaşasak da aynı haneyi paylaşmadığımız sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla, aile fertlerimizle iletişimimizin belirli bir ağırlığı, telefonla konvansiyonel işitsel iletişimin doyurucu olmadığı ölçüde online araçların sağladığı görsel/işitsel iletişime kaydı. Bütün bu yeni “(a)normal” durumlar kuşkusuz büyük ölçüde sağlık kaygısı temelli zorunluluklardan kaynaklanıyor.
Ancak salgının yarattığı yeni (a)normallik öncesinde de “çağımızda” internetin getirdiği “olanaklar”, “açılımlar” dillere pelesenkti. Günümüzün distopik ortamına özgü zorunlulukların aracı olan bu olgu, kendinden menkul ütopik tasarımların temel direği, taşıyıcısı olarak görülüyor(du) kimi çevrelerde takriben son çeyrek yüzyıldır. Bilimsel, ama özellikle popüler “bilimsel” literatürde bu minvalde kayda değer bir birikim var. Basitleştirme pahasına özlü biçimde anacak olursak, internet, çevrimiçi ortamlar insanların, gerçek, maddi yaşamdaki sınırlılıkları aşarak sanal düzlemde “özgürce” edindikleri/edinebilecekleri sanal kimliklerle kendilerini aşabilecekleri bir mecra olarak tasavvur edilir (burada söz konusu olanın günümüzün salgın ortamında çevrimiçi araçlar üzerinden gerçek kimliklerimizle kurduğumuz iletişimden bambaşka bir “şey” olduğunu söylemeye gerek yok).
Sinemaların kapalı olduğu bu salgın günlerinde yakın geçmişten zamanında yeterince dikkat çekmemiş ya da artık unutulmuş ama anımsamaya, anımsatmaya, bir göz atmaya değer film önerileri yapmayı yukarda değindiğim temalara değinen bir film üzerinden sürdüreceğim bu hafta.
Sinema kariyerine devamlılık sorumlusu, vb. görevlerde bulunarak başlamış olan Donatella Maiorca’nın ilk yönetmenlik çalışması Viol@ (1998), Venedik Film Festivali programına yarışma dışı olarak alınmış, İtalyan Film Gazetecileri Sendikası’nın yıllık ödüllerine birkaç dalda aday olmuştu. İtalya dışında vizyona girebildiği birkaç ülkeden biri Türkiye’ydi ama ülkemizde de ancak yaz aylarında, o yıllarda yaz sezonlarında vizyona çıkarılan İtalyan erotik filmlerinden herhangi biri kadar ilgi görmüştü.
Viol@, nişanlısından ayrılmasının ardından internetin sanal gerçekliğine sığınan bir piyasa araştırma uzmanının trajikomik, ve evet, erotik öyküsünü anlatıyor. Gerçek adı Marta olan genç ve güzel kadın, Viola takma adını kullanarak internetteki “müstehcen” sohbet ortamlarından birine giriyor ve Mittler adını kullanan bir şahsiyetle tanışıyor. Viola ve Mittler hemen kolektif sohbet ortamından çıkıp yine online ikili sohbete dalıyorlar. Marta, bu ilişkiye o kadar ısınıyor ki, artık monitör ve klavyeyi banyo yaparken küvetinin yanına bile taşıyor. Dış dünyadaki gerçek kimlikleriyle ilgili hiçbir şeyi birbirleriyle paylaşmıyorlar ama Marta ellerinin, ayaklarının, kollarının, bacaklarının, yüzü hariç vücudunun her yerinin tek tek fotoğraflarını çekip Mittler’e iletiyor. Bu ilişki Marta için öyle bir saplantıya, tutkuya dönüşüyor ki, dış dünyadaki yaşamını tehlikeli biçimde ihmal etmeye başlıyor. Mittler’le sohbete ara vermemek için tek başına sokağa saldığı köpeği araba altında ezilip ölüyor, sonra iş randevularını tehir ediyor ve nihayet iş yükünden sıyırmak için sahteciliğe başladığı ortaya çıkınca açığa alınıyor. Dünyası kararan Marta, bu arada gerçek adresinin ve kimliğinin Mittler tarafından saptandığını öğreniyor ve o da sanal aşkının dışarıdaki dünyada izini sürüyor. Bu iz sürme onu bir evin kapısına kadar götürüyor ve Viola bütün cesaretini toplayıp kapıyı çalıyor...
Viol@, yepyeni bir çağın kapısını açtığı, insan varoluşunu yeniden şekillendirdiği dillere pelesenk olan sanal gerçeklik olgusu hakkında toz pembe hayaller sunmuyor; bu İtalyan erotik filminde postmodern “onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevitine” masalları yok. Sanal gerçekliğin, sanal bir sığınak, sanal bir alternatif olduğunu unutup kendini kapıp koyverenleri filmin son karesinde Viola’nın yüzünde gördüğümüz acı tebessüm bekliyor. Viol@ güzel yalanları, trajikomik gerçeklerle paramparça ediyor.