Salgının ilk günlerinde kapatılan sinemaların –ve tiyatroların- 1 Temmuz’dan itibaren açılabileceği iktidar tarafından açıklanmıştı. Ancak bu tarihin çok erken bir tarih olduğu sektördeki pek çok kişi tarafından ifade ediliyordu. İktidarın bu konuda aceleci davranmasının sebebinin, personel maaşlarının cüzi bir miktarının dahi devlet tarafından karşılanması uygulanmasına bir an önce son vermek olduğu, sinemalara adeta ‘ne haliniz varsa görün, her koyun kendi bacağından asılsın’ denildiği aşikar. Oysa salgın kaynaklı sağlık risklerinin henüz ortadan kalkmamış olması bir yana, Türkiye’de yaz ortasının normal koşullarda dahi ölü sezon oluşu ve de yüksek izleyici potansiyeline sahip Hollywood filmlerinin vizyon tarihlerinin ABD’yi halen kasıp kavurmakta olan salgın dolayısıyla erteleniyor olmaları ışığında henüz sinemaların açılması gerçekçi değildi (*); nitekim dün itibarıyla örneğin Istanbul’da yalnızca yedi sinema faaliyete tekrar geçmiş durumda ki bunların dahi hiçbiri kent merkezinde bulunan sinemalar değil.
Dolayısıyla artık ne yazık ki uzunca denilebilecek bir süreden beri olduğu gibi, ev ortamında izlenmek üzere yakın geçmişten film önerileri yapmayı bu köşede halen sürdürmek durumundayım. Bu bağlamda ilk olarak anılması gereken film, kendi sitesindeki (anayurdu.com) bir link üzerinden 15 Temmuz’a dek ücretsiz izlemeye açılmış olan, Senem Tüzen’in yazıp yönettiği Ana Yurdu. Yakın dönem Türkiye sinemasının en iyi, en önemli, en ayrıksı filmlerinden biri saydığım ve SİYAD olarak 2016’nın En İyi Yerli Filmi seçtiğimiz Ana Yurdu hakkında kapsamlı bir yazım, film vizyona girdiği hafta bu köşede yayınlanmıştı (**).
Ücretsiz erişime açılışının Ana Yurdu’nu gündeme getirmesinin kısmen verdiği ilhamla bu hafta Alman yapımı Wild’dan (2016) söz etmek istiyorum. Yanlış anlamalara yol vermemek için hemen belirtmek gerekir ki Ana Yurdu ve Wild çok farklı tarzlarda ve çok farklı bağlamlarda filmler. Benim nezdimde birbirlerini anımsatmaların sebebi ise, her ikisinin de başkarakterlerinin yaşadığı ortamdan (her iki film açısından türdeş olmayan sebeplerle) bunalan ve bu duruma ayrıksı biçimde tepki koyan genç kadınlar olmaları. Ana Yurdu’nda film boyunca sabretmeye çalışan baş karakterin isyanı finalde perdeye gelirken Wild’daki baş karakter filmin neredeyse başından itibaren adım adım çok ayrıksı bir yöne doğru ilerliyor.
Dünya prömiyerini bağımsız sinemanın mabedi, yüksek prestijli Sundance Film Festivali’nde yapan Wild, çocukluğuna dek uzanan bir oyunculuk kariyeri de olan Nicolette Krebitz’in yazıp yönettiği üçüncü uzun metraj film. Filmin baş karakteri olan Ania, iş ortamına ve sosyal çevresine, hayatına yabancılaşmış bir genç kadın. IT uzmanı olarak istihdam edildiği iş yerinde kendisinden beklenen rutin bir iş, patronuna kahve götürmek olarak görünmektedir ki bu angarya bile kibar bir ricayla değil ofisinin camına kabaca vurulmasıyla işareti verilen bir ritüele dönüşmüş durumundadır. Derken bir gün Ania, ormanlık bir parkta bir kurt görür ve bir kitaptan öğrendiği kadim bir tuzak kurma yöntemiyle bu kurdu yakalayıp apartman dairesine götürür, bir odaya kapatır, beslemeye başlar. Ancak bir odaya hapsedilmeye tahammül edemeyen hayvan sonuçta odanın (betonarme olmadığı anlaşılan) bir duvarını toslaya toslaya yıkınca tüm apartman dairesi, kurt ile genç kadının ortak mekanı haline gelir! Kurt, Ania’ın varlığını benimsemiş olsa da örneğin balkona çıkıp uzaklara besbelli özlemle bakmasından da anlaşıldığı üzere apartman dairesi hayvana yine de dar gelmektedir. Bu süreçte işini de bir hayli aksatmaya başlayan Ania, sonuçta istifasını sunmak üzere işyerine geldiğinde patronuyla seks yapar ancak zaten hiçbir zaman kendisine güzel olduğunu söylememiş olduğundan yakındığında “üstüne başına biraz çeki düzen versen aslında güzel olursun” gibisinden bir karşılık veren adamın seks esnasındaki derdinin de esasen kendisini tatmin etmek olduğunu görünce salt istifanın yeterli olmayacağı bir raddeye gelir...
Wild, oldukça cüretkar bir film; Istanbul Film Festivali’nde gösterildiğinde genç eleştirmen arkadaşlarımızdan Ecem Şen’in “nutkum tutuldu” sözleri tam olarak benim de hissiyatımı yansıtıyordu. Bu cüretkarlık yalnızca bir-kaç spesifik sahnede perdeye getirdiklerini ima etmek yerine göstermekten çekinmemiş olmasından kaynaklı değil, hatta başrol oyuncusu Lilith Stangenberg’in film boyunca CGI (bilgisayar üretimli imgeleme) ürünü olmayan gerçek kurtlarla kamera karşısına geçmiş olmasından da ibaret değil (kadrajın hemen dışında kurt bakıcıları hazır beklemiş olsa da bu, filmin Sundance’deki prömiyerinin ardından ABD’de yayınlanan bir eleştiride de ifade edildiği üzere, örneğin herhalde hiçbir Hollywood yıldızının cesaret edemeyeceği bir konum!). Filmlerin finalini eleştiri yazılarında ele vermekten imtina etme teamülü doğrultusunda şu kadarını söylemekle yetineyim ki Wild’ın esas şaşırtıcı yönü anlatısını bağladığı noktada.
Ania’yı gittiği yola götüren kıstırılmışlık hissini yaratan ortamı, koşulları, erkek-egemenliğiyle bağlantılandırmak kaçınılmaz olsa da salt erkek-egemenliğine indirgemek de tam doğru olmaz. Ania’nın patronun Ania’ya tavırları anlatıda başat bir konum tutsa da filmin genel havasından Ania’nın derdinin örneğin kent yaşamı, modern yaşam, giderek uygarlık gibi ölçeklerde de olduğu hissediliyor (***). Ania, hayatından memnun olmayan bir birey. Bu memnuniyetsizliğin sebebini, kaynağını adıyla sanıyla ortaya koymak kolay olmasa da hayatından memnun olması için –açta, açıkta olmaması dışında- hiçbir sebep yok!, hayatı esasen, ağır hasta dedesini hastanede ziyaret etmek dışında, işinden ibaret, yukarıda andığım üzere işinde de camına vurulduğunda patronuna kahve götürmek var; buna tepki olarak sonuçta açıkta ve muhtemelen aç olacağı ama yüzüne güneş vurmasının, güneşin sıcaklığını hissetmesinin ona yeteceği bir varoluşa yönelecek.
Ania’nın kurtla ilk karşılaşmasını, ‘ilk görüşte aşk’ olarak tanımlamak ilk bakışta cazip bir benzetme olur ama Ania’nın kurdun cazibesine kapıldığı kuşku götürmez olmakla birlikte onda kendisini görüyor oluşu, kurdun Ania’ya adeta ayna tutması bu sürecin esas belirleyici yönü kanımca (nitekim filmin afişi, tam da bu doğrultuda bir görsel tasarıma sahip). Kurt, Ania için birkaç açıdan ayna işlevi görüyor: Birincisi, önce kentte bir kurt figürünün, ‘oraya ait olmama’ özelliği açısından, ardından Ania kurdu apartmanına götürdüğünde açta ve açıkta olmamakla birlikte tutsaklık durumunu duyumsatması açısından. Ania, kurda baktığında kendisini içinde bulunduğu yaşama, ortama ait hissetmediğinin, giderek kendisini tutsak hissettiğinin iyice ayırdına varıyor, sonuçta ‘gidelim buralardan, dayanamıyorum’ noktasına geliyor. Ayrıca Kurt, Ania’ya içinde bulunduğu durumu (ait olamama, tutsaklık, vb.) duyumsatmanın ötesinde, bir başka varoluş biçiminde sahip olabileceği bir başka benlikten yoksun olduğunu da hissettiriyor.
Filmi tüm yönleriyle ele almaya girişmeden dikkate değer yönleri üzerinden filme dikkat çekmeyi amaçladığım bu yazıyı, bir köşe yazısının ölçeğini fazla zorlamadan toparlamak gerekse de son olarak Wild’ı özgünlüğünü ve ayrıksılığını vurgulamanın yanısıra eleştirel açıdan da sorgulamak gerektiğini not etmeden bitirmek istemem. Günümüz yaşamının yabancılaştırıcılığına bir isyan içermekle birlikte bu isyanın birey odaklı olduğu, giderek, finali salt doğaya çıkmak olarak algılanırsa doğayı yeknesak alternatif olarak görmenin/göstermenin tedirgin edici çağrışımları olabileceği yadsınamaz. Wild, bir ağaç gibi hürlüğe özlem içerirken bir orman gibi kardeşliğe özlemi dışlıyor mu? İlk bakışta evet. Ancak Ania ile kurdun ilişkisinin özellikle finaldeki yardım, yol yordam gösterme, vd. sekanslarda aldığı görünümlerinin üzerinde düşünüldüğünde Wild’ın kendine özgü bir tür ‘kardeşlik’ nosyonunu dışlamadığı da söylenebilir. Ania’yı bu açıdan karanlık ormanların derinliklerindeki cadılara karışan kadınlara benzetebiliriz, Wild’da cadının muadili ise kurt. Sonuçta Wild’ın hem tartışmaya açık, hem de tartışmaya değer bir film olduğuna kuşku yok.
(*) Ankara Büyülü Fener sinemaları kurucusu İrfan Demirkol ile bu konular hakkında İleri TV’deki Ters Açı programımızda Tilbe Akan’la beraber yaptığımız söyleşi: https://www.youtube.com/watch?v=h1vRGTNnluk
(**) https://ilerihaber.org/yazar/ana-yurdu-54458.html
(***) Barbara Creed gibi kimi feminist kuramcıların ana hatlarıyla değerli bulduğum yaklaşımlarına göre erkek egemenliği, kendisini uygarlığın kurucusu ve sahibi olarak kurgularken, kadınla birlikte doğayı da bastırılması, egemenlik altına alınması gereken olarak kodlar ve buna paralel biçimde kadına doğayı (ve hayvanları); doğaya (ve hayvanlara) da kadını çağrıştıran özellikler atfeder. Bu perspektiften bakıldığında Wild’da Ania’nın hem spesifik olarak erkek egemenliğinden, hem de farklı bir ölçekte uygarlıktan gına getirmesi eklektik değil, tutarlı bir dizge, kırılmanın da bir hayvanla yakınlaşma üzerinden gerçekleşmesi bu açıdan yine bir hayli manidar oluyor.