Geçen hafta vizyona giren ve bu köşede de eleştirisi yayınlanan Nuh Tepesi vesilesiyle yakın dönem yerli filmlerde sıkça rastlanan bir tema olan baba-oğul ilişkilerini topluca değerlendirmek verimli fikir egzersizleri için malzeme sunacaktır.
Başlangıçta “Yeni Türkiye sineması” olarak adlandırılan ama zamanla “Yeni Türkiye” kalıbının siyasal düzlemde edindiği spesifik anlam dolayısıyla bu nitelemenin daha az kullanılır olduğu Yeşilçam-sonrası yerli sinemada baba-oğul ilişkilerinin miladı daha eskiye uzansa da bu filmler ve bu filmlerdeki baba-oğul ilişkilerini toplumsal bağlamla ilişkilendireceksek esasen son bir kaç yılın, yani başlangıcını Gezi Direnişi’yle işaretleyebileceğimiz dönemin filmlerini bir arada ele almakta fayda var; çünkü, son bir kaç yılın Türkiye’sinin örneğin 10-15 yıl öncesinin Türkiye’si ile aynı olmadığı açık. Bundan kastım, mevcut siyasal iktidara ve iktidarın içinden çıktığı geleneğe ilişkin bir zamanlar yaygın biçimde dolaşımda ve belirli bir nüfuzu olan kimi iyimser yaklaşımların nüfuzunun son yıllarda iyiden iyiye gerilemiş olması.
Psikanalizin özellikle Lacancı varyantından doğrudan ya da dolaylı olarak beslenen yaklaşımlara göre “baba” figürü, iktidarı temsil eder. Öte yandan iktidarı, salt devlet ile ilişkilendirmek, hatta özdeşleştirmek ve de devamında “baba” figürünü de devletin metaforu olarak algılamak her zaman doğru olmaz. Evet, Türkiye’de “devlet baba” şeklinde bir kalıp vardır ama bir zamanlar Demirel etrafında “kurtar bizi baba” retoriğinin örülmüş olması dahi baba-devlet özdeşleşmesinin her zaman birebir olmadığının göstergelerinden biridir.
Yakın dönem yerli sinema bağlamına dönecek olursak, Daha (2018) ve Babamın Kemikleri’nde (2019) evlatlarına hayatı zehir eden kadim otoriter baba figürüne uyan karakterler görüyoruz. Bu iki filmden Daha’da evlat, sonuçta babasına direnişinde yenik düşerek ona benzemeye başlıyor, onun yolundan gideceğini ortaya koyuyor (Lacancı izleğe bir hayli uygun şekilde); Babamın Kemikleri’nde ise, kısmen babasına benzemiş yetişkin bir evladın babasından farklılaşmasının öyküsünü izliyoruz.
Bu iki filmden farklı olarak Ahlat Ağacı’ndaki (2018) ve Güvercin’deki (2018) babalar ise iktidarın taşıyıcısı/simgesi değil, -daha önce bu köşedeki bir başka yazımda da belirttiğim üzere- tam tersine egemen toplumsal kabuller nezdinde “makbul” sayılmayan figürler ve bu filmlerdeki oğulların, babalarının mirasını devralmaları toplumsal olarak geçer akçe sayılan normların dışında konumlanışları anlamını taşıyor. Hatta her iki filmde de babalar, kapitalist üretim ilişkilerinin dayattığı yaşam biçimlerinin belki tam karşısında değil ama belli ölçüde dışında karakterler. Bu filmlerde “iktidar” figürü arayacaksak, kapitalist üretim ilişkilerinin çeşitli veçhelerdeki taşıyıcıları olarak daha yaygın bir iktidar nosyonunun yansıdığının ayırdında olmak gerek; Güvercin’de bu, ağabey karakterinde büyük ölçüde somutlaşırken, Ahlat Ağacı’nda ise tek bir karakter üzerinde yoğunlaşmaktansa genç yazarın kitabına mali destek olmaya yanaşmayan işveren en net tezahürü olmak üzere sosyal hayattaki pek çok tezahürü üzerinden perdeye geliyor.
Son olarak Nuh Tepesi’ne gelirsek bu filmdeki genç erkeğin babasına olan soğukluğunun kökeninde evini, ailesini terk etmiş olmasının yattığı izleyiciye aktarılıyor. Filmde bu terk edilmişliğin oğlunun benliğinde nasıl yaralar açmış ve onun annesiyle, eşiyle ilişkilerinin sağlıklı olamamasına sebep olmuş olduğu uzun diyaloglar üzerinden lafzi olarak izleyiciye aktarılıyor ama filmin ana ve kanımca esas dikkate değer eksenini ise oğulun, babasının belirli bir toplumsal çevredeki mücadelesinde altta kalmış olduğunun ayırdına varması oluşturuyor. Geçen haftaki yazımda vurguladığım üzere, babası, taşrada rant ekonomisi kurmuş ve tüm köşe başlarını tutmuş, eli her tarafa uzanan bir iktidar odağı karşısında biçare durumdadır. Dolayısıyla, Nuh Tepesi’ndeki babayı da iktidarla, devletle özdeşleştirmek abes olur. Buradaki baba, taşra bağlamlı bir sosyo-ekonomik güç karşısında, yani taşra bağlamlı bir ‘iktidar’ karşısında eli kolu bağlı olan kimlerse, hangi sosyal, politik odak(lar) ise onun göstergesi. Nuh Tepesi’ni baba-iktidar/devlet özdeşliği ezberi üzerinden alımlamak filmdeki babayı ezen sosyo-ekonomik iktidar nosyonunu es geçmek olacaktır.
Güvercin, Ahlat Ağacı ve Nuh Tepesi’nde, (Türkiye’de devleti mutlak biçimde ele geçirip devletle bütünleşme yolunda bir hayli mesafe kat etmiş olan mevcut siyasal iktidarın artık velisi olduğu) ekonomik dizgenin şu ya da bu biçim ve düzeylerde ‘ötekisi’ konumunda baba figürleri görüyoruz. Bu dizgenin ‘ötekisi’ konumundaki baba figürlerinin yanında saf tutan oğulların sinemamızda öne çıkışı ise yazımın en başında andığım toplumsal-siyasal dönüşümüm, mevcut iktidara ve onun içinden çıktığı geleneğe iyimser yaklaşımların nüfuzunun gerilemesinin sinemamızdaki dolaylı yansıması olarak görülebilir. Özellikle Ahlat Ağacı ve Nuh Tepesi’ndeki oğulların babalarına başlangıçta olumsuz yaklaşırken süreç içinde daha olumlu yaklaşan konumlara gelişleri, yani bu filmlerin bu dönüşümün öyküleri olmaları iyice manidar. İktidara iyimser yaklaşımların toplum nezdinde gerilemesiyle paralel biçimde sinemamızda iktidarın himayesindeki ilişkilerin dışındaki konumlanışlara olumsuz yaklaşımların gerilemesini içeren öyküler izliyoruz. Hatta Nuh Tepesi’nde babasına garez duyan evladın, muhtarın nasıl mutlak muktedir olduğunun ayırdına varmasının neleri çağrıştırdığı açık.
Yeni koronavirüs ve sinema
Yeni koronavirüs bulaşma vakalarının Türkiye’de de ortaya çıkması derhal sinema sektörünü de etkilemeye başlamış durumda. Salgın tehlikesi karşısında –sinemalar önümüzdeki süreçte kapatılmasa dahi- sinemaya gitme pratiğinin keskin biçimde gerileyeceği öngörüsünden hareketle yerli ve yabancı bazı majör filmlerin vizyon tarihleri şimdiden ertelendi, bu arada önümüzdeki iki hafta boyunca planlanan basın ön gösterimleri de yok denecek kadar azaldı; ayrıca İstanbul Film Festivali’nin de ertelendiği açıklandı.