Önce çok kısa bir tanımla giriş yapalım: Yapay Zeka, insan zekasını taklit eden, toplanan verilere göre de sürekli kendini iyileştirebilen, geliştirebilen sistemlerdir. Bu bir yazılım olabilir; örneğin belirli tahlil sonuçlarına göre hastalığınızı tahmin eder, yeni tahliller verildikçe de tahminleri daha doğru hale gelir ya da sizinle satranç oynar ama sadece oynamakla kalmaz, oynadıkça da ustalaşır. Yapay zeka, hem yazılım hem de donanım olabilir; örneğin her türlü hava, yol veya coğrafi koşullarda hareket edebilen, bu koşullara uyum sağlayıp bir labirentten çıkış yolunu bulabilen robotik bir sistem olabilir.
Yapay Zeka çözümleri aslında yazılım teknolojilerinde onyıllardır süregelen bir gelişimin başka bir eşik noktasıdır. Örneğin, Türkiye’de ilk defa, 1958 yılında, Ord. Prof. Cahit Arf Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde bir halk konferansı sırasında “Makine düşünebilir mi ve nasıl düşünebilir” başlıklı bir sunum yaptı. Benim bildiğim Türkiye’de ilk defa “Yapay Zeka” konusuna bu sunum ile giriş yapıldı. Merak edenler sunuma buradan ulaşabilir: https://www.slideshare.net/CuneytGoksu/makine-dsnebilir-mi
Yazılım ve otomasyon teknolojilerinin gelişimine bakınca, bu çözümler insan hayatını kolaylaştırmak için yola çıkmış, özellikle de kendini tekrar eden birçok iş kolunun da yerini almaya başlamıştır. En anlaşılır örnek, bir üretim bandında vidayı sıkan mavi yakalı bir işçinin yaptığını bir robotun yapması gibi.
Bu iyi bir şeydir ama 100 kişilik fabrikada, 10 kişinin çalışıp, geriye kalan üretimin yapay zeka/otomasyon ile gerçekleşmesi sonucu, kalan 90 kişi ne yapacak? Bu sorunun cevabına daha sonra geleceğiz.
İlk paragrafta verdigim tanımda altını da çizdiğim, “toplanan verilere göre” ifadesinde, yapay zekanın kilit taşı “veri ve bilgi”ye dikkatinizi çekerim.
Günümüzde bilgi, kendisi de tüketilmek üzere üretilen, dağıtılan bir meta oldu. Sanayide, ürün tasarımında, sosyal medyada, sağlık hizmetlerinde vb. aklınıza gelen her alanda üretilen bilgi sayısallaştı, sektörel yapay zekanın üretiminde kullanılan bir meta haline geldi.
Bu yeni metayı isleyen, yeni “üretim araçları” da ortaya çıktı: işletim sistemleri, programlama dilleri, veri tabanları, iletişim protokolleri vb. binlerce yardımcı araç.
Öyle ki bilgi, kayıpsız ve maliyetsiz olarak çoğaltılabilir, ışık hızında iletilebilir, bir kodlama sistemi ile (yapay zeka gibi) ifade edilebilir, hammaddesi de kısıtlı olmayıp sonsuz büyüklüklerde büyüyebilir, girdisi de çıktısı da üretim aracı da kendisi olabilir. En önemlisi, bilgi, katma değerli yeni bir üretim biçimi olarak her şeye egemen oldu. Çünkü insanlığın yüzyıllar boyunca geliştirdiği bütün üretim süreçleri bilgiye ve bilgi işlemeye bağımlı hale geldi.
Bilginin bu özellikleri hem yeni bir üretim biçimini hem de yeni mülkiyet yapılarını doğurdu.
Bu yeni üretim biçimlerinin itici güçlerinden ilki özgür yazılım. Bu hareketi, 1980’lerin ortalarında Richard Stallman başlattı. Yukarıda bahsettiğim gibi bilgiyi çoğaltmanın bir maliyeti yoktu; o zaman paylaşımı da özgürce yapılmalıydı. Yazılım kodları herkesin erişimine ve kullanımına açık olmalı, serbestçe dolaşabilmeliydi. GPL (Genel Kamusal Lisans) işte böyle ortaya çıktı. GPL’de kullanmak, kopyalamak, değişiklik yapmak, dağıtmak serbest ama kodları kapatmak yasaktır! Bu model, sistematik patentlerle korunan, endüstriyel geleneksel anlayışla taban tabana zıttır. Günümüzde açık kaynak yazılım modeli artık ana akım haline geldi ve büyük bir ivmeyle yayılıyor: İnternet sunucu işletim sistemlerinin %90’ı, mobil işletim sistemlerinin %90’ı, süper bilgisayarların işletim sistemlerinin %98’i, web sunucuların %85’i, veri tabanlarının %70’i, yazılım dillerinin neredeyse tümü açık kaynaklıdır.
Yeni üretim biçimlerinin itici güçlerinden ikincisi kolektif üretici güçtür. Örneğin; “Git” proje yönetim ve sürüm takip sistemini kullanan 10 milyonu aşkın yazılımcı, yazılım kodlarını ve yazılım uygulamalarını, “Github” adlı paylaşım sitesinde paylaşmaktadır. Bu kolektif üretim modelinde yazılımlar çok kısa sürede yaygınlaşır, geniş tabanlı bir topluluk oluşturulur, kullanıcı kitlenin katkılarıyla hataları giderilir ve hızla olgunlaşır. Klasik patentli yazılımlar ve şirketler artık bu modelle rekabet edemiyorlar çünkü bu modelde üretim araçları ve ürünler bedelsiz, yalnızca nitelikli işgücü ücretli. Bu teknolojileri geliştirenler, kollektif topluluklar oluşturuyor, uzmanlaşıyor nitelikli işgüçlerini satma olanağına kavuşuyor.
Burada ana fikir, yani özgür yazılımın temel motivasyonu, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmak veya ürün satmak değil, kalifiye hizmet sunmaktır.
Yukarıdaki fabrika örneğinde sorduğum, 90 kişiye ne olacak sorusuna geri dönersek, üretim araçlarının mülkiyetinin kimde olduğunun bir öneminin kalmadığı bir sistemde, yani sosyalizmde, yapay zekanın toplum hayatına kattığı kolaylıkların daha çok tabana yayılması ile, insanlar, işsiz kalıp beslenme, barınma, sağlık vb. ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları endişesine kapılmaz. Bu 90 kişi, kendileri olmadan, yapay zeka destekli yapılan bu üretimin faydalarından yararlanır. Elde edilen artı değer, kâr olarak patronun hesabına yazılmaz; onun yerine, bu 90 kişinin yeni beceriler elde etmelerine, kazanılmış haklarının devamlılığına, toplumun genelinin refahına ayrılır. Bütün yeni bilimsel ve teknolojik atılımlarda olduğu gibi bu yeniliğin de insanlığın geneline mi yoksa belli bir kitlenin mi hayrına olacağına hakim siyasal düşünce karar verecektir.