Fransız sinemasının 2000’li yıllardaki en önde gelen isimlerinden François Ozon’un (*) ülkemizde dün vizyona giren yeni filmi Yüzleşme’nin (Grâce à Dieu, 2018) orijinal adı “Tanrı’nın lütfu” anlamına geliyor ve on yıllar boyu kendisine emanet edilmiş küçük erkek çocukları cinsel istismar etmiş pedofil bir rahibin suçları hakkında bir başpiskoposun basına verdiği demeçte kullandığı “bu olayların zaman aşımına tabii olması Tanrı’nın bir lütfu” ifadesine kinayeli bir gönderme niteliğinde. Muktedirlerin zaman aşımını hayırlı (!) bir durum olarak görmeleri anlaşılan yaygın bir eğilim…
Bu yılki Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’dan sonra en büyük ikinci ödül niteliğindeki ve dolayısıyla Gümüş Ayı olarak nitelenen Büyük Jüri Ödülü’nü kazanmış olan Yüzleşme’nin senaryosu Fransa’da 2015-16’da gün yüzüne çıkan gerçek bir vakayı temel alıyor ve mağdurların isimlerini değiştirmekle birlikte pedofil rahip Bernard Preynat ve onun suçlarını örtbas eden Lyon Başpiskoposu Kardinal Philippe Barbarin ile bir diğer kilise görevlisi filmde gerçek adlarıyla canlandırılıyorlar. Preynat’ın avukatları, Yüzleşme’nin Fransa’da Şubat ayında vizyona girmesinin engellenmesi için yasal yollara başvurmuşlar ancak sonuç alamamışlardı. Barbarin, söz konusu cinsel istismar vakalarını örtbas etme suçlamasından Mart ayında altı ay hapis cezasına çarptırılmış ancak cezası tecil edilmiş durumda. Barbarin’in kötü-ünlü ve filme adını da veren temennisine karşın on yıllara yayılan yüze yakın cinsel istismar vakası içinde birkaçının henüz zaman aşımına uğramadığının ortaya çıkması sonucu Preynat’ın yargılanmasına ise önümüzdeki aylarda başlanması bekleniyor.
Yüzleşme ilk bakışta, ABD’deki benzer bir vakayı konu alan ve En İyi Film Oscar’ını kazanan Spotlight’ı (2015) doğal olarak anımsatan bir film. Ancak bu benzerlik, her iki filmin de konusunu teşkil eden gerçek vakaların benzerliğinden ve ayrıca her iki filmin de yalın, gösterişsiz bir sinema diliyle çok başarılı olmalarından ibaret. Spotlight, ABD’de rahiplerin fail olduğu cinsel istismar vakalarının yaygınlığını ve sistematik olarak örtbas edilmekte olduklarını ortaya çıkaran araştırmacı gazetecileri odağına alıyordu; Yüzleşme ise Fransa’da bizzat mağdurların çocukluklarında başlarına gelenlere dair on yıllar sonra adalet arayışlarını perdeye getiriyor, basının ve polisin konuya dahil olması ise ancak süreç içinde doğrudan mağdurların girişimleri ile gündeme geliyor ve filmde tali bir konum tutuyor.
137 dakikalık Yüzleşme, esasen üç mağdurun öyküsü üzerinden süreci yansıtıyor ve adeta bu karakterlerin her birine odaklanan üç bölümden oluşuyor. Ancak buradaki bölümlenme, adalet arayışının kronolojik gelişimi doğrultusunda. Başlangıçta, evli, çocuk sahibi ve dindar bir erkeğin, kendisiyle aynı yaşlardayken kendisi gibi cinsel istismar edilmiş eski bir arkadaşıyla yıllar sonra tesadüfen rastlaşıp anılarını tazelemesinin ardından konunun takipçisi olmaya girişmesini izliyoruz. Daha sonra yine evli ama artık ateist olmuş bir başka mağdurun sürece dahil olup bu adalet arayışını ses getiren bir kampanyaya dönüştürmek üzere öne çıkması geliyor. Son olarak ise diğer ikisinden farklı olarak hayatını pek rayına oturtamamış bir diğer mağdurun kampanyaya katılmasının ardından bu mağdurun ise cinsel istismar olayının etkisini hala üzerinde taşıyor oluşuna odaklanılıyor.
Yüzleşme’nin en ilginç, en ibretlik faslı, dindar mağdurun konuyu önce Katolik kilisesi içinde gündeme getirmekle yetinmeye çabalaması ama kilise görevlilerinin onu rahip Preynat’la yüzleştirip ele ele tutuşturarak birlikte dua etmeye ve böylece adeta barıştırıp konuyu kapatmaya yönelmeleri, Başpiskopos Kardinal Barbarin’in de kendisiyle bizzat görüşmek dahil konuyla yakından ilgilenir gibi görünüp aslında işi savsaklayarak bir türlü sonuç alıcı hiçbir adım atmaması sonucu mağdurun nihayet basına ve polise başvurmasını öyküleyen ilk yarısı.
Daha sonrasında ise diğer mağdurların yıllar sonra ‘açığa çıkmak’ konusundaki tereddütleri, bu tereddütleri bazılarının aşmaları, bazılarının aşamamaları gibi cinsel istismar karşısında adalet arayışı temalı bir filmden beklenebilecek motifler perdeye geliyor. Ancak bu fasılda da iç burkucu bir husus, mağdurlardan birinin annesinin önce oğlunu kampanyaya katılmaya teşvik etmesinin, sonra da kampanyada bizzat kendisinin görev üstlenmesinin aslında on yıllar evvel oğlunun cinsel istismar edildiği gerçeğini o zaman görmezlikten, duymazlıktan gelmiş olmasının yarattığı vicdan azabı olduğunun hissedilmesi…
Yüzleşme’nin dikkate değer ve açıkçası cüretkar sayılabilecek bir yönü ise pedofil rahip Preynat’ın abartıya kaçmayan bir portrede sunulması. Preynat’ın gerek kilisede gerekse de daha sonra polis karakolunda mağdurlarıyla yüzleştirildiğinde cinsel istismar suçlamalarını uysalca kabullenmesinin samimi bir suçluluk duygusundan mı, zaman aşımına güvenen bir yüzsüzlükten mi kaynaklandığını kesin olarak anlamak kolay değil. Mağdurların da kendilerini cinsel istismar etmiş rahipten söz ederken ‘sapık’ gibi normatif sıfatlar değil “o hasta bir adam” gibi daha nötr ibareler kullanmaları dikkat çekici. Ozon, eleştiri okunu tereddütsüz biçimde pedofil bireyden ziyade böyle bir bireyin çocukları cinsel istismar etmesine olanak sağlayan kurumsal hiyerarşiye, Katolik Kilisesi’ne yöneltmeye özen gösteriyor.
(*) Ozon’un önceki iki filmi hakkında bkz.: https://ilerihaber.org/yazar/frantz-savas-milliyetcilik-yas-ve-vicdan-azabi-uzerine-cok-katmanli-bir-film-63695.html ve https://ilerihaber.org/yazar/tutku-oyunu-sucluluk-duygusu-ve-erkeksi-kadinsi-haller-uzerine-bir-muamma-76030.html