ABD Başkanı Trump’ın İsrail Başbakanı Netenyahu’yu yanına alarak kamuoyuyla paylaştığı “Nihai Filistin Planı” ya da “Yüzyılın Anlaşması” Filistin topraklarındaki gayrimeşru durumu sürdürmenin, yasallaştırmanın yanında pek çok başka ögeyi içeren yeni bir döneme işaret ediyor. Üstelik Filistin hassasiyeti yüksek olduğu düşünülen ülkelerin kıyamet koparmaları beklenirken verdikleri son derece düşük tepkiler de bu planın yeni dönemin ana zemini haline daha şimdiden geldiğini gösteriyor. Filistin halkı ve tüm dünyadan Filistin dostları bu haksızlığa yeni araçlarla yanıt vermek zorunda! BDS bu noktada yeniden en önemli uluslararası dayanışma hareketi olarak öne çıkmalıdır.
Öncelikle Trump’ın yeni planının detaylarını özetleyelim. Ardından verilen tepkilere ve bunların siyasi ehemmiyetine bakalım ve son olarak da Filistin direnişinin muhtemel yeni dönemini anlamaya çalışalım.
1947’den bugüne en adaletsiz plan!
Trump ve Netanyahu’nun ülkelerindeki soruşturma süreci bu planı hızlandırdı ancak İsrail cephesinden bakıldığında plan özellikle Netanyahu’nun durumu ile ilgili denemez zira en yakın rakibi Benny Gantz da planın açıklanması öncesinde Trump ile görüşmede bulunmuş ve plana küçük rezervlerle de olsa esasen desteğini belirtmiş durumda. Zaten bu durumu Trump da basın açıklamasında ortaya koydu. Dolayısıyla bu planın önemsizleştirilmesi, Trump ve/veya Netanyahu’nun iç siyasi sıkışıklıklarına bağlamanın doğru olmadığının altı çizilmeli.
Gayet ciddi çalışılmış ve gelecek dönemde ABD ve İsrail’in hangi zeminde ne yapacağını ortaya koydukları adaletsiz ama ciddi bir belgeden söz ettiğimizi görmeliyiz.
Planın detaylarını özetlemeden hemen önce söz konusu basın açıklamasına Trump’ın “Zaten Kudus’ü İsrail’in başkenti yaptık, elçiliği Kudüs’e taşıdık. Golan tepelerini İsrail toprağı olarak da tanıdık. Bu da tamamlandı. Şimdi yeni ve nihai olarak bu plan ile İsrail’in güvenlik sorununu da çözeceğim” diyerek başladığını kaydedelim. Zira bunları gerçekten yaptı.
Trump 80 sayfalık kendi planını daha öncekilerden farklı olarak kavramlarla, çerçevelerle değil; net olgu ve nüansları içerecek detayda olduğunu ileri sürdü. Doğrusu bu da doğru. Diğer planlarda az da olsa bahsedilen haklar ve hedefler yerine burada nüansları ile İsrail işgalinin ince ince nasıl derinleştirileceği ortaya konuyor.
80 sayfalık sömürgeleştirme planı
Yeni plan, her şeyden daha önce Oslo’da öngörülen iki devletli çözümü neredeyse tümüyle yok ediyor. Planda Oslo’dan bu yana artırılarak devam eden İsrailli yerleşimci (işgal) sahaları da Batı Şeria’nın değil İsrail devletinin toprakları arasına katılması öngörülüyor. Geriye Güney Afrika’daki Bantustanlar’ı andıran küçük adacıklar şeklinde Filistinli Araplara ait topraklar bırakılıyor. Bu 1947 taksim planının 1967 işgali sonrasının ve son olarak Oslo sonrası ortaya çıkan haritaların bile onlarca kez daraltılmış, küçültülmüş bir toprak sahasına işaret ediyor. Öte yandan Trump, Filistinlilerin bu planı kabul etmeleri durumunda topraklarının şu andakinin iki katına çıkacağını söylüyor. Planda var. Batı Şeria’nın verimli topraklarını İsrail’e katan Plan Gazze’nin Sina sınırı boyunca uzanan çöl bölgelerinden bir miktar toprak (ya da çöl sahası diyelim) kontrolünün Filistinlilere geçmesini öngörüyor. Toprak sahaları ile ilgili bir başka vaadi de Batı Şeria ve Gazze arasında yeraltı tüneli-otoyolu ile bir bağlantı kurulması detayı. Bütün bunlar Filistinliler için vaat edilen sözde “artılar”. Hiçbir Filistinli için ciddiye alınacak yanı olmadığını eklemeye gerek yok sanırım.
Devlet yerine belediyeler birliği!
Plan, Filistinliler bu şartlara uydukları takdirde, 4 yılın sonunda, silahlardan arındırılmış bir devlet “olanağı” veriyor. Bu devletin egemen bir devletten ziyade İsrail devleti içinde yer alacak “özerk belediyeler birliği” olacağı, “özerk kantonlar birliği” ya da benzeri bir oluşum olacağı ancak buna hiçbir şekilde devlet demenin mümkün olamayacağı anlaşılıyor. Bu bakımdan Oslo’nun Trump planı ile cenaze namazının kılındığını söylemek hiç abartılı olmayacaktır.
Oslo’da en azından öngörülen Doğu Kudüs merkezli bir Filistin devletinin yerini Doğu Kudüs’ün dış mahallerinden küçük bir kısmını kapsayan bir “El Kudüs” merkezli hale getirildiği planın önerdiği belediyeler birliğinin merkezinin Doğu Kudüs’ün de doğusuna işaret ediyor. Bu gerçekte Doğu Kudüs’ün de tümüyle İsrail’e ilhakı anlamına geliyor.
Filistinli mültecilerin dönüş hakkı reddediliyor!
Oslo sürecinin en zor müzakere konusu olan yerlerinden edilmiş Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı Trump planı ile tümüyle masadan kaldırılıyor. Yeni plana göre mülteciler her şey yolunda giderse ancak geride kalan küçük Filistin sahalarına dönebilecekler.
Yakın bölge ülkeleri başta olmak üzere ülke dışında ya da Gazze ve Batı Şeria’daki kamplarda yaşayan ve sayıları milyonları bulan Filistinli mültecilere zorla koparıldıkları evlerine dönüş hakkı yeni plan ile tümüyle gasp ediliyor.
Filistin’in deniz egemenliği de yok sayılıyor:
Planın Filistinlilere küçük dahi olsa bir devlet değil son derece küçük bir belediye yönetimi vadettiği deniz egemenliği konusunda da çok açıkça görülüyor. Planın öngördüğü Filistin “devleti”nin deniz egemenliği İsrail’e veriliyor. Bu Gazze açıklarındaki Münhasır Ekonomik Bölge'den bile Filistin halkının değil İsrail’in yararlanması anlamına geliyor.
Ama 50 milyar dolar!
Evet sonunda Filistin ve Arap dünyasından destek alabilmek için Trump’ın en temel vaadi 50 milyar dolarlık yatırım ve yardım vaadi. Yarısı, doğrudan ilhaktan geride kalacak küçük Filistinli belediye sahasına (buna planda müstakbel Filistin Devleti deniyor!) diğer yarısı da Mısır, Lübnan ve Ürdün gibi komşu devletlere aktarılmak üzere vadedilen 50 milyar dolar planın sözde en cömert kısmı! Elbette yolsuzluğa batmış bir kısım Filistinli politikacı ve iktidarları bizzat ABD’ye bağlı bazı bölge devletleri için düşünülmüş bu mavi boncuk, adını andığımız kesimler dışında kimseye bir şey ifade etmeyecektir.
Filistin satılık değildir! Peki ya bölge ülkeleri?
Filistin satılık değildir! Değildir ama bu korkunç planın bazı alıcıları şimdiden masada yerini almış görünüyor. Netanyahu’nun “tarihi kazanım” diye adlandırdığı yeni planın açıklandığı toplantıya diplomatik destek veren ülkeler kendilerini saklama gereği bile duymadılar. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman büyükelçileri nihai işgal planının lansman toplantısında doğrudan hazır bulundular.
Belli ki Mısır ve Suudi Bloku’nun şu ana kadarki tutumları ülkelerindeki hassasiyeti şeklen bile olsa görme, yatıştırma düzeyinde bile değil. Bu iki ülke plana çoktan rıza göstermiş görünüyor. Arap Birliği'ni olağanüstü toplantıya çağıran Filistin’in Kahire temsilcisine yanıt bile günler sonra verildi. İslam İşbirliği Teşkilatı ise acilen toplanmayı gündem dahi yapmış değil. Sadece İnsan Hakları Daimi Grubu planın kabul edilemez olduğunu internet sayfasından beyan etti.
"Kudüs kırmızı çizgimiz" ya da "Filistin satılık değildir" diyerek iç kamuoylarından oy devşiren liderler de Trump ile sertleşmekten kaçınacak dozda bir hamasi açıklama ile gündemi geçiştirdiler. Türkiye’deki İslamcı medya konuyu hızla soğutarak rafa kaldırmış durumda. Emir almadan hareket edemeyen İslamcı gruplar ise bu plan karşısında küçük bir gösteri düzenleyerek evlerine dönmenin huzurunu yaşıyorlar.
Filistin Direnişi için yeni bir safha!
Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Filistin halkına hamilik iddiasındaki bölge liderleri İsrail ile doğrudan ve dolaylı işbirliklerini geliştirirken; Filistin halkı bir kez daha tarihsel yalnızlığı ile yüz yüze geliyor. Yeni safha bir tek devletli çözümsüzlük vadediyor. Bunun açık anlamı iki devletli çözümü merkezi siyaset haline getiren El Fetih çizgisinin artık Filistin davasında merkezi bir rol oynayamayacak olmasıdır. Yeni süreç Filistin’de de yeni aktörleri gündeme getirecektir mutlaka. Irak’ta ve Lübnan’da olduğu gibi Filistin’in yeni direniş kuşağı kendi yeni mücadele programını yazacaktır. Yazmaya başladılar bile.
Öte yandan uluslararası kamuoyuna da düşen görevler var. Filistin sorunun uluslararasılaşması/uluslararasılaştırılması ihtiyacı devam etmektedir. Bu noktada her ülkede siyasi eğilimlerine bakmaksın Filistin dostu tüm kesimlerin İsrail’e boykot hareketine destek vermesi şu anda en önemli gündem olmalıdır.
BDS: Boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar
Türkiye’de 10 yılı aşkın bir süredir faaliyet sürdüren BDS (İngilizce Boycott, Divestment, and Sanctions kelimelerinden kısaltma ile) hareketi İsrail’in hukuksuz eylemleri karşısında uluslararası toplumun üretebileceği en önemli yanıtlardan birisidir. Birleşmiş Milletler'in kararlarını delil olarak göstererek ve Güney Afrika'da ırk ayrım karşıtların kampanyası gibi "İsrail uluslararası hukuka uymadığı sürece boykot edilmeli" çağrısını yapmaktadır.
Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi (yani BDS) İsrail üstündeki ekonomik ve siyasi baskıyı artırmaya çabalayan bir küresel kampanyadır. Amacı İsrail Devleti’nin Filistin'de ve Golan Tepeleri'ndeki işgalinin sona ermesi, İsrail'in Arap vatandaşları için tam eşitliğinin sağlanması ve Filistinli mültecilerin dönüş hakkının kabul edilmesidir.
BDS hareketinin temel hedefleri olan İsrail’in boykot edilmesi, işgalle işbirliği niteliğindeki yatırımların geri çekilmesi ve uluslararası düzeyde İsrail’e yaptırım uygulanması, sözde “Yüzyılın Anlaşması”yla birlikte daha da önemli hale gelmiştir. Ayrıca uluslararası toplum ve adalet yanlısı tüm insanlar, İsrail’in işlediği tüm savaş suçları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması için tüm imkânları kullanmalıdır.
Türkiye hükümeti de ilk açıklamalarında “Filistin’in kabul etmediği hiçbir plana onay verilmeyeceğini” açıklamıştır. Ne var ki bu kadar büyük çaplı bir saldırıya karşı çok daha güçlü cevaplar üretilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda Türkiye’nin yapması gereken şey, başta haziran ayında Tel Aviv’de düzenlenecek ve Ticaret Bakanlığı’nın da desteklemesi öngörülen “Türk Ürünleri Fuarı” olmak üzere, mevcut ve planlanan her türlü ikili ve çoklu işbirliğinin sonlandırılmasıdır.