Montrö tartışması ya da kriminalizasyon yoluyla muhalefet dizaynı

Emekli Amirallerin “Laiklik ve Montrö Bildirisi”, iktidar açısından bir mağduriyet hikayesine dönüştürülmüş, buradan elde edilecek “meşruiyetle” Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’ya aykırı eylemlerini sorgulamanın, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme yetkisini tartışmanın, Kanal İstanbul’a karşı çıkmanın ve nihayet laiklik tartışmasında kaygı ifade etmenin kriminalize edilmesine yönelinmiştir. Bildiri yazmak ve yayınlamak bir hak olsa dahi bu örnekteki yersizliğini not etmek başka, bu vesileyle tüm toplumun ve siyasetin istibdat altına alınmaya çalışıldığını görmek ve buna karşı çıkmak başka konulardır.

Emekli 104 amiralden bahsettiğimize göre mutlaka kendi hür iradeleri ile imzalamışlardır Montrö ve Laiklik Bildirisi’ni. Ancak aralarında şu veya bu parti ile ya da şu veya bu siyasi çizgi ile kuvvetli bağı olan isimler mi etkili olmuştur bu süreçte bilemeyiz. Bilmemize gerek de yok. Hatta 104 isim alenen isimleriyle kendilerini ortaya koymuş iken konunun bu kısmına bakmaya, tam da iktidarın yapmaya çalıştığı, her olayın ardında “bilinmeyen güçler”, “dış mihraklar tartışması” tuzağına çekilmek demek olur bu.

Her yurttaş gibi emekli ordu mensuplarının da fikir beyan etmeleri haktır. Uzmanlık alanlarında ise ve ültimatom vermemek kaydı ile elbette bu hakkı kullanabilmeliler. Bu bakımdan söz konusu yurttaşlara yönelik gözaltı işlemi pek de kanuni görünmemektedir.

Ancak Türkiye’nin hassasiyetleri göz önüne alındığında silahlı kuvvetler mensuplarının ve din adamlarının genel siyasal konulardan uzak durmasında sonsuz yarar vardır. Sanki örneğin bu bildiride ifade edilen görüşleri hiçbir gazeteci, akademisyen, siyasi parti söylememiş ilk defa büyük bir yetkinlikle kendileri söylüyormuş gibi ortaya çıkmalarının (iktidarın konuya yaklaşımından bağımsız olarak da) yersiz olduğu ortada. Emekli amirallerin Whatsapp gruplarını hızlıca dağıtıp uygun buldukları partilere üye olmaları, STK’lerde görev almaları ya da hayır işlerine bakmaları herkes için daha doğru bir karar olacaktır.

AKP’YE VERİLEN ‘YETMEZ AMA ULUSALCI’ DESTEĞİN SONU?

Bildiride imzası bulunan isimlere bakıldığında AKP’ye özellikle Libya, Suriye, Doğu Akdeniz ve benzeri dış politik hamlelerinde destek veren bir kesimin Ayasofya sürecinden bu yana yaşadıkları kopuşla “yetmez ama evet” demekten vazgeçtikleri anlaşılıyor.

Bu bildiri hem söz konusu kesimin ağırlıkla Perinçek çevresinde yer aldığı varsayımına son vermiş, hem de daha önemlisi giderek artan laiklik kaygısı nedeniyle AKP’ye kısmi ve dolaylı destekte bulunmama noktasına gelindiğini ortaya koymuştur.

ORDU İÇİNDE DARBECİ KLİKLERE MESAJ MI?

Elbette hayır! Ordu içinde en azından son 15 yıldır “laikçi, Kemalist ve ulusalcı” kalmadığını bilmeyen kaldı ise şimdi duysun ve bildiği her şeyi bir gözden geçirsin. 15 Temmuz sonrası “Balyoz”cuların işlerine döndükleri efsanesi ile başlayabilirler varsayımlarındaki hataları düzeltmeye.

Orduların özellikle Ortadoğu’da darbe geleneği vardır ve bu tehlike bugün de çok yakın bir tehlike olmasa dahi Türkiye’de de geçerlidir. Ancak bugün artık olabilecek bir darbenin muhafazakâr yahut dini motifleri yüksek bir kesim tarafından yapılma ihtimali başka kesimlerce yapılabilme ihtimalinden kat be kat yüksektir.

Bu bakımdan emekli amirallerin bildirisinden ordu içinde darbeci eğilimleri uyandırma, harekete geçirme, moral sağlama ve benzeri bir niyet aramanın sosyolojik karşılığı olmadığı da aşikâr.

Ancak bu bildirinin “Anayasa mahkemesini derhal kaldıralım” çağrıları yapıldığı bugünlerde amacından bağımsız olarak olağanüstü bir sindirme kampanyasına malzeme olduğuna da şüphe yok.

MAĞDURİYET İNŞASI VE OLAĞANÜSTÜ YETKİ KULLANIMI

Montrö’nün tartışma konusu edilmesi iki temel konu ile ilgilidir. Bunlardan birincisi Kanal İstanbul’un Montrö’yü delip delmeyeceği yahut tartışılır hale getirip getirmeyeceği konusudur. Bu konuyla ilgili bir yıl önce yazdığımız yazıda detaylıca Kanal İstanbul’un otomatik olarak neden Montrö’yü tartışmalı hale getirmeyeceğini hukuki dayanaklarıyla ortaya koymuştuk. Bazı muhaliflerin popülistçe ileri sürdüğü gibi Kanal İstanbul’un yapılması Montrö’ye halel getirmez. Ancak Kanal İstanbul doğaya insana ve İstanbul’a geri dönüşsüz zararlar getirir. Öte yandan iktidarın konuya dair açıklamaları şüphelerin yeniden ve yeniden oluşmasına adeta bilerek hizmet ediyor.

Hukuken kanal böyle bir sonuç doğurmayacak olsa dahi, sanki doğursa iyi olur diyen açıklamalar hiç de az değil iktidar kanadından. Bu konu için de yukarıda andığımız yazıya bakılabilir.

Son Bildiri’nin iktidar açısından kritik önemdeki gündemlerde elini güçlendirecek bir mağduriyet ve meşruiyetini buna yaslayan bir sindirme operasyonuna dönüşeceği hemen ortaya çıktı. İktidar bildiriyi en az 3 işlevli bir siyasi manivela olarak kullanmaya başlamıştır:

1- SINIRSIZ YETKİCİLİK: ANAYASA, YASA VE ULUSLARARASI HUKUKUN YOK SAYILMASI

Anayasa’nın 90. maddesine aykırı olduğu halde Cumhurbaşkanı kararnamesi ile bir uluslararası sözleşmeden (İstanbul Sözleşmesi) çekilinmesi Cumhurbaşkanlığı yetkileri ve iktidarın kanunlara ne ölçüde uyup uymayacağı tartışmasını gündeme getirmişti. İktidar sözcüleri bir soru karşısında örneğin Montrö’den de teorik olarak ya da kendi tabiri ile “teknik olarak” çekilme kararı yetkisinin Meclis’te değil Cumhurbaşkanında olduğunu açıkladıklarında tartışmalar alevlenmişti. İşte bir kez daha iktidar TBMM, Anayasa Mahkemesi ve Anayasa’nın kendisinden istediği ölçüde bağımsız davranacağını göstermiş oldu.

Bildirinin kriminilizasyonunun birinci amacı budur. Darbecilik iması ile millet iradesinin sadece cumhurbaşkanında olduğu fikri yerleştirmek istenmektedir.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil milletin %51’inin seçtiği bir kişidedir.

2- KANAL İSTANBUL KARŞITLIĞININ KRİMİNALİZASYONU

Başta İstanbul halkı olmak üzere Türkiye’nin büyük bir çoğunluğunun istemediği Kanal İstanbul’a start verildiği, ihalelere geçildiği görülmektedir. Her ne pahasına olursa olsun, hatta AKP seçmeninin bir kısmının bile itirazlarına rağmen bu büyük rant projesini hayata geçirmek için Kanal İstanbul karşıtlığını kriminalize etmek, dış güçlerle ve darbecilikle ilişkilendirmek bulunmaz bir propaganda aracına dönüştürülmüş durumdadır.

Bildiri üzerinden neden fırtına koparıldığını açıklayan ikinci önemli neden tam da budur.

3- LAİKLİK TARTIŞMALARININ BASTIRILMASI VE GÜNDEM YÖNTEMİ

Dolar’ın 9 TL’ye, Euro’nun 10 TL üzerine ilerlediği ve ekonomide günü çevirmenin bile zor hale geldiği bir momentte rant ve ihale dağıtarak piyasaları hareketlendirecek dev bir yatırım hamlesi, hem gündem değiştirici bir mağduriyet hikayesi hem de yumuşak bir geçişle laikliğin tarih kılınacağı ideolojik ve kurumsal adımların önünü açmayı hedeflemektedir. Son günlerde gündeme getirilen ordu içindeki tarikatçıların varlığı, Ayasofya imamı üzerinden gündeme yapılan din referanslı müdahaleler ve yeni yeni Anayasa tartışmalarının 2023’te cumhuriyetin laiklik temellerini aşındıracak bir hamleye doğru ilerlediği kaygıları yine darbecilik iması ile bastırılmaya çalışılıyor.

Emekli 104 amiralin bildirisi üzerinden yürütülen kampanyanın üçüncü amacı da budur.

Bu hedeflerin ne ölçüde tutacağı toplumun ve siyasetin vereceği tepkilerle şekillenecektir.

Bu bakımdan Kanal İstanbul’u çevresel yıkım ve rant bağlamından çıkartan tartışmalara pabuç bırakmamak gerekir. Yine Anayasa, yasa ve uluslararası hukukun askıya alınması, baypass edilmesine yönelik de facto adımların karşısında net bir duruş sergilenmelidir. Son olarak laiklik tartışmasını emekli askerlerin argümanları ya da devletçi kesimlerin üzerinden değil, laikliğe ekmek su gibi ihtiyaç duyan kadınların ve emekçilerin penceresinden müdahil olmak gerekir. Emekli askerler, yetmez ama ulusalcılar gölge etmesinler yeter.