IŞİD’in Suriye’de tutunduğu son toprak parçası da ele geçirilince “resmen” son bulduğu ilan edildi. Oysa ne IŞİD bitmiş ne de Selefi-Cihadizm küresel ya da bölgesel ölçekte yenilmiş durumda. Önümüzdeki aylarda IŞİD’in farklı bölgelerdeki yükselişi ve hatta Suriye ve Irak’ta bile yeniden ortaya çıkışı kaçınılmaz. Batı ile Selefi Cihadiler arasında yeni bir ilişki düzeyi şekillenirken, IŞİD’le Batı ilişkilerinin yeni dönemde başka bir düzeyde seyretmesi de pek tabii bir ihtimal.
Haziran 2014 itibarıyla İslam Devleti adını alarak -küresel ölçekte- Hilafet ilan eden Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD); kontrolündeki Irak-Suriye sahasındaki son toplu savaş cephesi Baguz 2019 Mart’ında yaşadığı nihai yenilgi ile sonunun geldiği ilan edildi. Bu yaygın kanaat en az 3 açıdan eksik, hatta yanlış bir varsayımdır: Öncelikle İslam Devleti sadece Irak-Şam (Irak-Suriye) hattındaki merkezi bölgesi ile, IŞİD örgütü ise keza bu bölgedeki varlığı sınırlı değildir. İkincisi IŞİD, teritoryal egemenlik sağlamadığı ama sağlama iddiasını taşıyabildiği her yerde de kendisini varetmiş, gelecekte de varedebilecek bir yapılanmadır. Ve son olarak IŞİD’in bitişi ile adeta küresel selefi-cihadizmin ideoloji ve kadro birikimi bakımından son bulduğu da ima edilmektedir ki nereden bakırılırsa gerçeği yansıtmaktan uzak bir tespittir.
Merkez ülkesi çöken halifeliğin beylikleri
IŞİD’i en yakın rakibi ve içinden geldiği El-Kaide’den farklı kılan yan siyasal düzenini şiddet tekelini elinde tutan bir devlet aygıtı ile belirli bir ülkesellik (teritorya) içinde uygulama denemesi idi. Daha önceki benzerlerinden daha fazla cihatçıyı seferber edebilmesi de buradaki başarısında, deneyimindeki gerçekleşme kapasitesi ile ilgili idi. Bu bakımdan IŞİD’in önce Irak ardından Suriye’deki toprak kontrolünü tümüyle kaybetmesi inandırıcılığı ve gelecekteki insan gücü devşirme kabiliyeti açısından önemli bir zaaf oluşturmuş denilebilir. Ancak özelde IŞİD’i genelde Selefi Cihadizmi besleyen koşullar değişmediği için bu zaaf hızla kendini yeniden üretmeyi sadece erteleyecek ölçekte olacaktır.
Nitekim Rusya’nın hava harekatına başladığı 2015 yılı sonu ile IŞİD Karşıtı Koalisyon Güçlerinin sistematik karşı saldırılara giriştiği 2016 ortalarından beridir, sonunda Irak-Şam hattını kaybedeceğini bilen IŞİD’in bir yandan sert bir ideolojik ve askeri direniş sergilediği öte yandan da bir sonraki savaşa güç kaydırdığı gözden kaçmamalıdır. IŞİD 2017 başından itibaren Libya, Yemen, Sahel (Sahra Altı Afrika) bölgeleri başta olmak üzere kontrolünde tuttuğu diğer toprak parçalarına güçlerini kaydırmayı ihmal etmedi. Daha az bilineni ise IŞİD’in deşifre olmamış kadrolarını gerek göçmen dalgaları sırasında Avrupa’ya, gerekse bizzat Irak ve Suriye’de kontrolü dışında kalan topraklara “uyuyan hücreler” olarak yerleştirmiş olduğudur.
Irak ve Suriye’de yeniden ve yeniden
Konu Batı ülkelerinde uykuya yatırılmış hücreler ve dünyanın umurunda olmayan Yemen, Mali, Somali gibi sahalardaki IŞİD varlığı ile de sınırlı değil. IŞİD’in herkesin gözü önünde canlı yayında bitişinin izletildiği Irak ve Suriye için de tablo hiç de gösterildiği gibi değil: Sahada çalışan gazeteciler bugünlerde Bağdat’ta dahi “sakallarını kesmiş, dar kesim kot pantolonlarını giymiş militanların farklı düzeyde yeniden ve oldukça yaygın bir faaliyet içinde olduklarını aktarıyor. Bu iki konu da IŞİD yönetiminde cezası olan kabahatler sayılıyordu. Ancak bilindiği gibi halifelerinin fetvası “Darul İslam” ve “Darul Harb”de davranış farklılıklarını sadece açıklamıyor aynı zamanda gerekli de kılıyordu.
Türkiye’de “gerçekte bittiği halde YPG’nin, Amerikan askeri varlığını ve kendisine yönelik desteğini sürdürmesi için IŞİD tehlikesini bitmemiş gibi göstermeye çalıştığı” sıkça ifade edildi. Belirli bir toprak parçasını kontrol etme noktasında bu tespitin dayanakları olduğu kesin. Ancak 2003’den itibaren Irak’ta en az iki defa ağır yenilgiye uğratılmış Selefi Cihadizmin Irak’ta 3 kez ayağa kalkması ne kadar güçlü bir olasılık ise, Suriye’deki birinci yenilginin, ortalama bir tahmin ile bir-bir buçuk yıl içerisinde yeni bir karşı saldırıya geçeceğini öngörmek de o kadar muhtemel.
El Kaide’den müttefik yaratan batı’nın IŞİD sorunu!
El Kaide, Usame bin Ladin’in son dönemlerinden itibaren Batıyı Batılıların topraklarında hedef alma stratejisinden vazgeçti. Batı, El Kaide için İslam topraklarındaki askeri varlığını sürdürdüğü sürece hedef olacaktı. Buna karşılık iktidar mücadelesi yürütülen topraklardaki yerel iktidarlar daha sert hedef haline getirildi. Somali, Yemen, Libya, Suriye, Irak ve daha birçok ülkede 2000'lerin sonundan itibaren izlenen ana siyaset bu oldu. Bu siyaset savaş stratejisi içinde (elbette uzlaşma ve anlaşma değil ama) yeni bir denge yaratmak içindi. Nitekim El Kaide ile IŞİD arasında karşılıklı suçlayıcı fetvaların, deklarasyonların (2015-2017 arasında özellikle) ana konusunu da bu taktik/stratejik yaklaşımın akılcılığı ve sonuçlarına kilitleniyordu.
Sade bir biçimde yukarda ifade ettiğimiz görüşün en somut ve herkesçe izlenen sonucu ise El Kaide Suriye Kolu’nun isim değişiklikleri serüveni oldu. Bilindiği üzere örgüt en son Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) ismi ile faaliyet yürütüyor ve İdlib sahasındaki en güçlü örgüt. İsim değişikliği Rusya için yaklaşım değişikliğine neden olmadı ve HTŞ ve onunla bağlantılı gruplar hala baş hedefler arasında. Öte yandan ABD, Fransa ve müttefiklerinin İdlib’de Suriye merkezi ordusunun ilerleyişini durdurma çabaları herkesçe malum. Bu bölgede HTŞ, yani El Kaide’den başka ciddiye alınır bir güç olmadığı da dikkate alındığında Batı’nın El Kaide ile ilişkilerinde yeni bir aşamanın yaşanmakta olduğunu çıkarmak zor bir konu olmasa gerek.
Şimdi zor soru benzer bir yolun IŞİD ile de denenip denenmeyeceği, hatta böyle bir sürecin başlamış olup olmadığıdır! Zira Batı’nın Vahabizmle Osmanlı döneminde başlayan ilişkiler sicili, Sovyetler karşısındaki büyük Yeşil Kuşak projeleri, Suudiler’le hiç bozulmayan ittifakı ve daha pek çok olay, Batı-Selefi Cihadizm ilişkiler soy kütüğünde kayıtlı ve bu kayıtlar bize IŞİD’in bile belirli bölgeler ve belirli şartlar altında Batı için farklı bir örgüt olarak görülebileceğini gösteriyor.
Batı-Selefi Cihadizm ilişkiler soykütüğü
Batı-Selefi Cihadizm ilişkiler soykütüğü okunması kolay olmayan karmaşık olaylarla da dolu, ancak Batılı olmayanlar için hep aynı anlama gelecek şu şekillerde bir ilişkiler örüntüsü sunuyor:
-Batı’nın vazgeçilmez çıkarları hedef alınmadığı sürece Selefi-Cihadizm öncelikli bir tehdit olarak tanımlanmaz.
-Selefi Cihadilerin çeşitli ülke ya da rejimlere karşı mücadeleleri -bu ülke ve rejimler Batı’nın vazgeçilmez müttefiki değilse- terörizm ya da tehdit sayılmaz.
-Selefi Cihadiler Batıda saldırı yaptığında insanlık dışı teröristler, mazlum Müslüman halkların yaşadığı sahada yaptıklarında en kötü ihtimalle “asi”ler olarak manşete taşınırlar.
Şimdi yeniden dönüp, Batı mahreçli kaynakların “IŞİD Bitti!” manşetlerinden ne anlamak gerektiğini bir daha okuyalım.