"Şu an görebildiğimiz kadarıyla, solun çeşitli kesimlerinden olan ve bu toplantıda bulunan arkadaşlar meseleyi ilkesel düzeyde kavrayıp mücadeleye omuz verdiklerinde emek mücadelesi yol alabilecektir."
"İşçi mücadelesinde unuttuğumuz refleksleri tazelemenin, savunulacak bir şeyi bırakılmayan işçilerin taarruzunu örgütlemenin; tüm dünyada neoliberalizmin -egemenler arasında dahi- sorgulandığı bir dönemde, yeni toplumsal sözleşmelerin, yeni mücadele başlıklarının ve hedeflerin oluşturulmasının, işçilerin kurucu gücünü yaratmanın tam zamanı!"
Gemimizin kaptanı, emeğiyle geçinen milyonlarca işçinin tüm bu haksızlıklara dur diyebilme iradesidir. 17 Kasım Uluslararası Öğrenciler Günü’nde geleceğimiz için bir adım atma cüretini göstermemize vesile olan Öğrenci Sendikası ise gemisini sahiplenen, kaptanına güvenen milyonlarca gencin yuvasıdır...
Neden yeşil bir kapitalizm mümkün değil?
Komplo teorileri gelişerek yayılıyor. Bunların çoğu kendi dünyasında yaşayan, çoğu zaman ırkçı fantezilerle dolu bir karmaşayı temsil eder. Ama hepsinin ortak bir yanı vardır: Hiçbiri yeterince açıklayıcı değildir.
"Geçen sürede imkânı olanlar kendi düzenlerini bir şekilde kurarken geriye kalan ve hayatta kendi emeklerinden başka tutunabilecek dalı olmayan emekçi aileleri, işsiz aileler halen dağıtılan çadırlarda gecenin soğuğu ile baş etmeye çalışıyorlar. Bir şekilde hayat devam ediyor. Düzenleri, huzurları ve hayatları altüst olan bu insanlar, bulundukları belki de birçoğunun çocukluklarını geçirdiği bu mahallerden uzaklaştırılıyorlar."
Sağcı propaganda sosyalizmin bireysel özgürlüklere düşman olduğunu iddia ediyor. Aslında bunun tam tersi doğru: Sosyalistler, kapitalizmin getirdiği katı sınırlar olmadan insanların gerçekten özgür olabilecekleri maddi koşulları yaratmak için mücadele ediyor.
Faşizmden, baskıdan ve ırkçılıktan kurtuldu dünya derken şimdi de popülizm adı altında “sen bana yalan da olsa duymak istediklerimi söyle” sloganıyla gemisini yürüten kaptanlarla doldu dünya. Amerika’da Donald Trump, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya’da Jair Bolsonaro, İngiltere’de Boris Johnson, Avusturya’da Norbert Hofer, Macaristan’da Viktor Orban ve niceleri. Bu popülist liderlerin en büyük ortak özelliği yalan söylemeleri ve ne kadar çok yalan söylerlerse popülerliklerinin de o kadar artması.
Öykü burada bitti sananlar yanılıyorsunuz. Asıl öykü bundan sonra başlar. Çünkü şehre bir hortlak iner ya da belki bir hayalettir o şehirde dolanan kim bilir. Ne mi yapar o hortlak, kendisini azarlayan yüksek rütbelinin yolunu keser bir gece ve alıverir paltosunu üstünden!
Morales’in görevden alınmasından hemen sonra, Özgürlüğe Doğru gazetesi bazı Bolivyalı ve Latin Amerikalı entelektüellerin görüşlerini yayımladı; darbenin gerçekliğinin önemini azaltarak, Morales hükümeti ile faşist sağın eşdeğer tutulduğu bir duruş sergiledi. Aynı gazetenin başka makaleleri, hükümeti yolsuzlukla suçlayarak gelmekte olan darbenin meşrulaştırılmasında rol oynadı. Tarafsızlar hareketiyle tarihsel bağı olan Vermont-temelli bu kuruluş, darbeye açıkça karşı çıkan alternatif Bolivya değerlendirmelerine ise yer vermedi.
Netflix’in The Social Dilemma adlı filmi sosyal medyanın nasıl siyasal aşırılık yarattığı, çocukları depresyona ve bağımlılığa ittiği ile alakalı korkunç bir hikaye anlatıyor. Ancak (film) bu hastalıkların Facebook ve Snapchat kullanımımızın dışında nedenleri olduğunu ve bu platformlarda gördüğümüz şeyin belki de hasta bir toplumun varlığını resmettiğini ima dahi etmiyor.
"Sadece yoksulluktan 'canından bezenleri' değil, sömürüye karşı örgütlü olarak haklarını arayanları da yok saymaktadır medya. Hatta onlar 'gebermek istiyorum' diyen esnaftan daha görünmezdir. Çünkü onlar kurtuluşun bireysel olmadığını görenlerdir. Gebermek istediğini söyleyen esnafa “hayır gebermeyeceğiz, buradayız biz!” dememiz gerektiğini hatırlatanlardır onlar..."
"AKP’nin nasıl gideceğine dair bahisler açmak ve sonrasında güllük gülistanlık bir dönem beklentisi yerine sosyalistlerin esas yapması gereken, bugünden belli şekilde öngörebildiğimiz bu alt üst oluş sürecini değerlendirmek olmalı. En iyi ihtimalle bir devrimci süreci tetikleyecek, en kötü ihtimalle ise bir yeniden kuruluş atılımını gerçekleştirecek bir perspektife sahip olmalıyız."